313 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 313
Membre(s) : 0
Total :313

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 23h50:03
murat_erpuyan : 23h52:27
SelimIII : 1 jour, 13h16:59
Salih_Bozok : 4 jours
cengiz-han : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Bugünlere nasil geldik?
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Bugünlere nasil geldik?
Aller à la page 1, 2, 3, 4, 5  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 23 Déc 2007 3:15    Sujet du message: Bugünlere nasil geldik? Répondre en citant

SelimIII "Bugünlere nasil geldik?" sorusuna tarihsel bir kronoloji ile isik tutmak istemis...

Devekusu Kabare tiyatrosu bu sorunun yanitini veriyor...

Osmanli'ya toz kondurmayiz ama eski eserleri yikar geçeriz... Cok sey bildigimizi saniriz ama çok az sey biliyoruzdur. Herseyi çikarimiza gore yorumlariz...

Opera salonunu dugunumuz için kapatmak isteriz, paramizla herseyi yapabilecegimizi umariz. Burasi oparaya ayrilmistir diye vermezler iki sene sonra da onunden geçerken Figaro'nun dugunu afisini gorunce çileden çikariz, vay be bana vermediler ama Figaro'ya dugun için vermisler diyererek...

Buyurun gulun aglanacak halimize :

http://www.youtube.com/watch?v=vhGgTsDm9hQ&feature=related


Dernière édition par murat_erpuyan le 07 Jan 2017 23:46; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 15 Jan 2008 12:50    Sujet du message: Répondre en citant

Yani Murat Bey geldigimiz gunler galiba o kadar da kotu degil. Artik Basbakinimizin esi magaza kapatabiliyor. Bu bir gelisme degil mi ?

narine a écrit:
Eh bien, Murat Bey, merci. Disons que c'est notre champion de Sim City dans le réel ! Very Happy
....
Basbakanin esi, magaza kapattirip alisverise giderken, herhalde zimmetine birseyler katmayan nadir belediye baskanlarindan biri olsa gerek !
....


okuyunca buraya tasiyayim da ne oldugu anlasilsin istedim.

Magaza ve sinema kapatmak

mustafa mutlu (vatan)

İngiliz kökenli moda merkezi Harvey Nichols, 2006 yılında İngiltere'den sonra Türkiye'de de bir mağaza açtı. Merkezi Kanyon'da bulunuyor... Net 8 bin metrekare kapalı alana sahip. İsterseniz siz buna 80 adet 100 metrekarelik daire' de diyebilirsiniz. Üç katlı mağaza için 13 milyon dolar harcandı. 300 kişi çalışıyor.
En pahalı ürün 14 bin dolara satılan Bottega Veneta marka çanta.
En ucuz ürün ise 20 dolara çorap.
Günlük cirosu yaklaşık 120 bin dolar.
Birinci katında "klasik şıklığın duayeni" Giorgio Armani, "Holywood yıldızlarının ayaklarında devleşen" ayakkabı markası Salvatore Ferragamo, "deri çantada dünyanın bir numarası" Loewe, "kişisel bakımı bir ritüele dönüştüren" Kuaför Ata bulunuyor... Ayrıca bir de "Juice Bar..."
İkinci katta, "kişiye özel alışveriş hizmeti" veriliyor. Geniş ve rahat oturma grubu, aynalarla kaplı duvarlar, yiyecek-içecek servisi ve emre amade satış elemanları... Chanel, Jo Malone, Lanvin, Pierre Hardy,
Camilla Skovgarda gibi markalar da cabası.
Üçüncü katta yine dünyanın en pahalı markaları ve bir de
"Gurme Market..."
Gelelim bir "reklam yazarı" gibi bu mağazadan söz etmemin nedenine:
Böyle bir mağazayı sırf "rahat alışveriş edebilmek" için kim kapatır?
Dubai Þeyhi... Evet!
Suudi Kralı... Evet!
Dünyanın en zengin adamlarından Bill Gates... Evet...
Peki; Türkiye'den kim kapatabilir?
Belki kapatabilecek başka birileri de vardır ama dün öğrendik ki bugüne kadar bunu yapan tek kişi, Başbakan
Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan olmuş...
Emine Hanım her ayın belli günlerinde... Dikkat edin, "bir kez" değil...
Her ayın belli günlerinde birkaç yakın arkadaşıyla akşam saatlerinde Kanyon'a gelir ve garajdan özel bir asansörle bu mağazaya çıkarmış...
O sırada da mağazaya başka hiçbir müşteri alınmazmış!
Sonra da Hanımefendi'nin canı bazen film seyretmek istermiş... O zaman da mağazadan Kanyon'un konforlu sinema salonlarından birine geçermiş arkadaşlarıyla...
Tahmin edebileceğiniz gibi o salon da halka kapatılırmış!
Başbakan'ın maaşı aşağı yukarı 12 bin YTL, bu mağazadaki bir çantanın fiyatı bile çok daha pahalı...
Demek ki Başbakan, "Maaşımla geçinmekte sıkıntı çekiyorum" derken, Emine Hanım'ın bu"lüks merakı"nı anlatmaya çalışıyormuş aslında!
Allah'tan çocuklarının düğününde "yakınları" çok takı taktılar da, oğullarını-kızlarını "bursla" okutmak zorunda kalan bu ailenin "hanımefendisi" artık mağaza kapatabilir hale geldi!
Dün bu konudan söz ettiğim bazı arkadaşlar, "Ne o, kıskandın mı?" diye sordu.
Hayır kıskanmadım... Böyle "zengin ve güçlü" bir Başbakanımız olduğu için gurur duydum...
Siz de kıskanmayın ne olur!
Çalışın, sizin de olur!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 15 Jan 2008 12:52    Sujet du message: Répondre en citant

Iyi yerlere geldigimizin bir kaniti daha: Hidayete eriyoruz efendim :

Tanıdıklarım kusuruma bakmasın...
Uluç Gürkan

Benim son zamanlarda ifrit olduğum bir demeçler dönemi başladı...

Eren Talu isimli mimar tanıdığım, Toplu Konut İdaresi’nden Galatasaray’ın Seyrantepe’deki yeni stad projesini aldı...

O günlerde hemen bir demeç patlattı:

“İçkiyi kestim, işlerim açıldı.”

Cemil İpekçi isimli modacı tanıdığım Türk Hava Yolları’nı giydirmeye başladı;

Aynı günlerde demeci patlattı:

“Üniversitelerde türban yasağı kalkmadan, defile yapmayacağım...”

Yahu bugüne kadar ki defileleri niye yaptın peki üstad diye sormazlar mı adama?..

Yoksa o zamanlar üniversitelerde türban serbest diye mi biliyordun...

Gamze Özçelik ve Uğur Pektaş isimli sevgili “dizilerde oynamanın yanısıra Umre’ye tur düzenleyeceklerini” açıkladılar...

Alp Nuhoğlu isimli doktor jinekolog arkadaş Kıbrıs’ta tüp bebek merkezi açmadan hemen önce aniden Fethullah Hoca’nın uğuruna mazhar olduğunu açıkladı...

Seda Sayan Hülya Avşar isimli sanatçılar, bir anda “türban bize çok yakışıyor” diyerek resimler vermeye başladılar...

Sonra Yavuz Onursal beyefendi Seda Sayan Hanımefendi için yeni programlar aramaya başladı...

Bülent Ersoy hanımefendi, gecenin 9.30’unda “Orucumu açamamıştım şimdi açayım diye canlı yayında oruç açıp, dua okumaya kalktı...”

Bunların hepsi her nedense bugünlerde oluyor...

Herkes hızlı bir şekilde hidayete eriyor...

Bana da şöyle söylemek düşüyor:

Oğlum Hidayet, çay getir, misafirlere çaaay...

Bilmem anlatabiliyor muyum Nur Hocam...

Ellerinden öperim...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 15 Jan 2008 17:35    Sujet du message: Répondre en citant

Ne kadar iyiye gittigimizin delilleri hizla çogaliyor. Ben bugun 3 tane misal verdim! Bakin artik buyuklerimizin esleri Wasinghtondaki Milano kavede yemek yiyebiliyorlar...

Alkolsüz tatlıyı sızdıran Türk garson işten atıldı
Hurriyet - 15 Ocak 2008

Salih ZEKİ/WASHİNGTON, (DHA)

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Washington ziyareti sırasında eşi Hayrünnisa Gül’ün bakan eşleriyle birlikte Cafe Milano isimli restorana gittiğine dair haberler, restoranda çalışan Türk garson Kerem Çelik'i işinden etti. Yemeğin faturasının büyükelçiliğe gönderildiği ve alkollü tatlının alkolsüz olarak hazırlandığı iddia edilmişti.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ABD Başkanı George Bush’un bir araya geldiği geçen hafta salı günü Türk Büyükelçiliği, Washington’un sosyetik restoranı Cafe Milano’yu arayarak Hayrünnisa hanım ve bakan eşleri için akşam yemeği rezervasyonu yaptırdı. Restoran yönetimi bu durum üzerine o günkü görevi öğle yemeğiyle sona eren Türk garson Kerem Çelik’ten Türk heyete de hizmet etmesini istedi. Akşam geç saatlerde restorana gelen heyete hizmet eden garson Kerem Çelik, yemekle ilgili haberlerin medyada yer alması üzerine restoran yönetimi tarafından çağrılarak işinden atıldı.

BİLGİLERİN MEDYADA YER ALMASINDAN SORUMLU TUTULDU

Restoran yönetiminin kendisini çağırarak Türk Büyükelçiliği’nden üst düzey bir ismin bu konuda şikayette bulunduğunu söylediklerini belirten Kerem Çelik, ‘Masada ne yendiği, hesabın ne kadar olduğu, ne kadar bahşiş ödendiği ve faturanın büyükelçiliğe gönderildiği bilgilerini’ sızdırmakla suçlandığını söyledi.

HEDEFİ PİLOT OLMAKTI

ABD’de yarım bıraktığı pilotluk eğitimini tamamlamak için garsonluk yaptığını söyleyen Kerem Çelik, “4 ay daha garsonluk yaparak gerekli parayı temin etmeyi istiyordum” dedi. Ancak Çelik’in hayali Hayrünnisa Hanım’ın ziyareti üzerine şimdilik suya düştü.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 13 Fév 2008 1:05    Sujet du message: Répondre en citant

Internet ortaminda Turkiye'de dolasan bir yazi :


Tuncay Erciyes

Evet, Deve'nin Başı!..

Lider Kimdir?..

İngiliz gazeteci, Sina dağında karşılaştığı bir Bedevi'ye sorar:
'Sence lider kimdir?..'
Bedevi;
'Bir tanım yapmak yerine, bir öykü ile sorunuza cevap verebilir miyim' der Gazeteci; 'Elbette, anlat öykünü' diye yanıtlar.
Bedevi anlatır;
'Benim gibi bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü'nde yol almaktadır. Birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nadiren tek tük görülen kuşlar, bu kez toplu halde, karanlığın aksi istikametine doğru, telaşla kanat çırpmaktadır. Çölün mutlak sessizliği, daha da yoğunlaşır sanki. Deneyimli Bedevi; bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar.

Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar. Sonra yine heybelerden, katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırını alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler.

Son düğümü henüz atmıştır ki; fırtına bulundukları bölgeye ulaşır. Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rügarın oluşturduğu kum sağnağı, neredeyse delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir:
'Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin' der. Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve 'Pekii, başını çadıra sokabilirsin' diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır.

Durmak bir yana, fırtına giderek daha da gemi azıya almaktadır. Deve, sahibine tekrar yalvarır; 'Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım.' Biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de 'Pekii' der Bedevi.

Fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır; 'Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver...' Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır. Bu duruma, Bedevi'den önce, deve tepki gösterir; 'Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan...'

'Lider kimdir?' demiştiniz; bu hikayeyi mesnet alarak cevap vereyim;
Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır... '
Atatürk'ten sonraki lider İsmet İnönü; Köy Enstitüleri'ni kapatarak, cumhuriyet devrimlerinin kırsala uzanan kollarını kopardı.
Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.
Sonraki lider Demirel; Menderes'ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi.
Arada gelen ve çoğumuz tarafından, Cumhuriyet devrimlerinin, laisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir başka lider, Fethullah Gülen ile muhabbetli olmaktan sonuç bekledi.
Sonraki lider Sayın Özal; zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.
Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokülünün liste başındaydılar.
Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgar gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.
Ecevit, Bahçeli, Yılmaz'lı hükümet, tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.
Sonuc olarak;
Atatürk'ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra girmesine izin verdiler. İzin vermenin ötesinde, teşvik ettiler.

Özetle;

Biz de Bedevi'nin öyküsünü mesnet alırsak; ortaya şu sonuçlar çıkıyor:

1). Türkiye; '10 Kasım 1938'den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, 69 yıl geçirmiştir.

2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet Devrimleri'ne 'vurmak' üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.

3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye'nin milli eğitim politikası 'teokratikleştirilmiştir' ve 'teokratikleştirilmekte'dir.

4) 29 Ekim 1923'te gerçekleştirilen 'devrim', bila fasıla tam 84 yıl süren bir 'karşı devrim' ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.

Son söz: 'Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir...'

'Deve' deyip geçmeyin; kini çok derindir. Sizi çadırın dışına atacak kadar...


Ayrıca bir DİPNOT;

Muharip Gaziler Derneği, Þehitler ve Maluller Derneği, Emekli Astsubaylar Derneği mensuplarının; MHP Genel Merkezi önüne giderek, Cumhuriyet'in temel değerlerini yoketmeye çalışan Hükümet'e verdiğiniz destekten dolayı, tarifsiz düş kırıklıklarımızla sizi protesto ediyoruz diyerek siyah çelenk bırakmak istemeleri sonrası, anılanlara o sözde ülkücü, sözde milliyetçi MHP mensupları tarafından saldırılmıştır.
Kime saldırmışlar !!! Babaları, dedeleri yaşındaki gazilere, şehit yakınlarına, malullere, kadınlara....
İşte MHP'nin 2008 yılında geldiği vizyon bu... Hem nasıl saldırmışlar, tekbir sesleri ile...
D. BAHÇELİ'nin AKP'ye yamanmasından sonra ülke genelindeki pekçok partilinin, pekçok MHP üyesinin MHP'den ayrıldıkları, istifa ettikleri de kamuoyuna yansıdı zaten.
Milliyetçiliğini unutup, Cumhuriyet'i dinamitleme pahasına hasat hesapları yapan Bay BAHÇELİ, artık fazla kendisini sıkmasın ve ekibiyle topluca gönlünü verdiği AKP'ye katılsın, bu iş bitsin...
Dün seçim meydanlarında birbirlerine ağızlarına geleni söyleyip, idam ipi atanlar, bugün kolkola türbana bürünmüş, devletin temelini dinamitlemeye devam ediyorlar...
İşte politikacı ve lider portresi bu...
Ne diyelim, Allah ıslah etsin...
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bu vatanı korumaya, Cumhuriyet'e sahip çıkmaya devam edecek, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE demekten korkmayacak gerçek vatanseverler, gerçek milliyetçiler bu ülkede hala var...
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 08 Fév 2010 1:18    Sujet du message: Uçak yapan Turkiye'den bugunlere Répondre en citant

Bana madalya gerek sayin Erpuyan, simdi soyleyecegim konuyu nereye koyayim diye çok arastirdim sonunda burada kaldim. Ilkelerinize ("yapacaginz katki daha evvel islenmisse oraya koyun" arada kaynayip gitmesin) uyuyorum !
Wink

Sadede gelelim.
Bu video bana mail ile gelince aklima geldi Hazerefan’i anlamamis kafasi kesmistik, sonr a Cumhuriyet geldi, yoklukta uçak fabrikasi kurduk. Sonra Nato geldi, ABD yahu siz niye oyle külüstür uçaklar yapmaga çalisiyorsunuz, biz size son modelleri hem de kimisi bedava veririz dedi. Ucak fabrikamizi traktor fabrikasi yaptik. Yil 1955 ! Demokrasi sehidinin iktidari bu karari veren. Sonra birgun Kibris’a müdahele etmege karar verdik. ABD hop n’oluyo o uçaklar benim deyiverdi. Inonu “yeni bir dunya kurulur, Turkiye de yerine alir” dedi.
Geçtigimiz yillarda da iki genç bilimadamimiz oldu. Intihar ettiler dendi. Ilginç olan amerikan uçaklarinda bulunan uçaklari kendilerine karsi kullanilmasini onleyen programlari çozdukleri soylendi…
Gerisi için bakiniz :
img]http://img29.imageshack.us/img29/9374/capturerau.jpg[/img]

http://www.dailymotion.com/video/x9n6hy_turkiye-de-hicbir-bayary-cezasyz-ka_people

*

http://www.youtube.com/watch?v=FAgE0BjY4Ui

*

http://www.youtube.com/watch?v=iQeO9gzm11M

*
http://nuridemirag.com
*
http://www.haberturk.com/haber.asp?id=132967&cat=140&dt=2009/03/08


Dernière édition par cengiz-han le 16 Sep 2013 23:39; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 16 Fév 2010 17:53    Sujet du message: Répondre en citant

Ben de bu yaziyi koyacagim yer konusunda tereddut ettim, ama buraya uygun olacagini gördüm..
Bugünlerin evveliyatini Soner Yalçin anlatmis....

TSK DÜÞMANLIÐININ KÖKENİ NEREYE DAYANIYOR

Milli Þair Mehmet Akif’e soruyorlar; “Tarih tekerrür eder mi?” Þair şöyle yanıt veriyor: “Hiç ibret alınsa tekerrür eder mi?” Mehmet Akif bugün hayatta olsaydı, son yıllarda yaşadığımız olaylar hakkında ne düşünürdü? Ergenekon soruşturması, darbe iddiaları, ıslak imza, kozmik oda, balyoz planları, emasya tartışmaları vs.
Þair kuşkusuz derdi ki, “ama biz bunların benzerini aynen yaşadık.” Nasıl mı? Okuyacağınız bugün yaşadıklarınızdır…

Kafamızı Türkiye topraklarına sokarak olan biteni anlamamız zor.
Dünyaya bakacağız; bir yaprak kımıldasa, bunun rüzgarının Türkiye’ye etkisini analiz etmeye çalışacağız. İşte o zaman çok karışık gibi gelen meselelerin ne kadar basit sebepleri olduğunu kavrayabiliriz.
Gelin, Mehmet Akif’in yaşadığı 20’inci yüzyıl başına gidelim. Tarihin tekerrür edip etmediğine bir bakalım.
Biliyoruz ki; büyük emperyal güçler arasındaki yeni sömürge pazarlarını kapma mücadelesi, Birinci Paylaşım Savaşı’na/Birinci Dünya Savaşı’na neden oldu.
Osmanlı bu savaştan yenik çıktı.
Galiplerin arasında en güçlü olan İngilizlerdi.
İngilizler, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan’ı Osmanlı’dan koparıp almak istiyordu. Kurmayı planladıkları kukla devletler arasında Ermenistan ve Kürdistan da vardı.
Osmanlı idari yapısını, milliyet esasına göre parçalayıp, federatif hale getirmeyi planladılar.
Siyasi emellerinin yanında İngilizlerin, iktisadi amaçları da vardı. Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı’nın tek yanlı olarak kaldırdığı kapitülasyonları yeniden uygulamak istiyorlardı.
Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye’nin denetimine vermek amacındaydılar.
İngilizler biliyordu ki, Osmanlı siyasi yaşamında İttihatçılarla birlikte ordunun da büyük etkisi vardı. Ordunun siyasal düşüncesi belliydi; milliciydi.
O halde tüm bunları yapabilmeleri için ordudaki ulusçu/milliyetç i komutanların tasfiyesi gerekiyordu.

Önce bir kurnazlık yaptılar:
Bir süre İttihat ve Terakki Hükümeti’yle çalıştılar. Ağır şartları onlara kabul ettirip, nüfuzlarını kırıp, bir daha iktidar olma olanağını ortadan kaldırmak için!
Tam başarılı olamadılar.
İçinde İttihatçıların bulunduğu İzzet Paşa Hükümeti’ne ağır şartları kabul ettiremediler; ancak bazı tavizler koparabildiler.
Bunlardan en önemlisi Mondros Ateşkes Antlaşması’ydı. İngilizler, savaşta Hamidiye zırhlısıyla olağanüstü başarılar kazanan Rauf (Orbay) Bey’in imzaya gelmesini özellikle istediler. Başarılı komutanları halkın gözünden düşürmek istiyorlardı. Sonra tutuklayacaklar, sürgüne göndereceklerdi. Hepsini adım adım yapacaklardı…

Darbe iddiasıyla başlayan tutuklamalar

İngilizler, İttihatçıları kolay kullanamayacağı anlayınca, sertleşme politikası güttüler. Bunda İttihatçılara kin duyan Sultan Vahdettin’in de etkisi vardı.
Sultan Vahdettin, İngilizlerin tertiplediği gerici 31 Mart (1909) olayının hazırlayıcılarından Derviş Vahdeti’nin kurduğu İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin üyesiydi.
Bir dönem perde arkasındaki ilişki artık açıkça ortadaydı. Vahdettin, İngilizlerin desteğiyle iktidarını güçlendireceğini ve düşman gördüğü ulusalcılardan tamamen kurtulacağını düşünüyordu.
Bu nedenle İngilizleri de arkasına alarak ittihatçı hükümeti yıkıp, Tevfik Paşa Hükümeti’ni kurdurdu.
Þimdi sıra İttihatçıların cezaevlerine tıkılmasındaydı.
İngiliz ve Saray ittifakının elinde önemli bir gerekçe vardı: Savaş dönemindeki Ermeni ve Rum tehcirleri.
Tehcir kararının altında imzası olan-olmayan tüm İttihatçılar cezalandırılmalı ydı. 2500 kişilik bir tutuklama listesi hazırlandı.
Ama önce…
Meclis feshedildi. Basına sansür getirildi. Harp divanı kuruldu.
Ve ardından gözaltılar, tutuklamalar başladı. Bunlar kısa sürede “cadı avına” dönüştü.
Yeniden kurulan liberal-dinci ittifak partisi; Hürriyet ve İtilaf, daha çok kişiyi tutuklamadığı için hükümeti uyuşukla itham eden bildiri yayınladı.
Bu partinin yayın organı Peyam, Sabah ve Alemdar gazeteler, daha çok ittihatçının tutuklanması için var gücüyle çalıştı. Sürekli hedef gösterdiler; İttihat ve Terakki’nin hemen kapatılmasını; partinin ileri gelenlerinin hemen tutuklanmasını istiyorlardı.
Tehcire izin veren Diyarbakır Valisi Dr. Reşid’in cezaevinden kaçması bu çevreleri daha da saldırganlaştırdı . Yaptıkları mitingle bu kaçışı protesto ettiler.
Sonunda bu kaçışla ilgili inanılmaz bir iddiayı ortaya attılar:
İttihatçılar darbe yapacak!
Vahdettin’in has Paşası Ömer Yaver Paşa, İstanbul’daki İngiliz Yarbay Murphy’e giderek, darbe olacağını aman İstanbul’dan ayrılmamalarını rica etti. Murphy, Osmanlı Paşasını gülerek dinledi.
Zavallı Yaver Paşa bilmiyordu ki, bu iddianın ortaya atılmasını sağlayanlar İngilizlerdi.
Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı; 30 kişi daha sorgusuz sualsiz cezaevine kondu.
Milli Kongre’nin başkanı Dr. Esat (Işık) gibi saygın ulusalcılar gece yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar.
İttihat ve Terakki’nin tüm mallarına el konuldu.
Sonra sıra subaylara geldi.
İngilizler savaş tutsaklarına eziyet ettikleri iddiasıyla 23 subayın hemen tutuklanmasını istedi.

Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca, İngilizler bu kez bazı kurumların “darbeyi planladıklarını” gündeme getirdi.
Bunların başında Enver Paşa’nın kurdurduğu istihbarat örgütü Müsellah Müdafaa-i Milliye vardı. Savaş döneminde İngilizlere zorluklar yaşatan Osmanlı istihbarat örgütü küçültülüp etkisizleştirilerek Harbiye Nezareti’ne bağlandı.
Osmanlı’nın deniz kuvvetlerini güçlendirmek için kurulan Donanma Cemiyetleri Bahriye Nezaretlerine bağlandı.
Jandarma, ordudan koparılarak Dahiliye Nazırlığı çatısı altına sokuldu.
İleri de tehlikeli olacağı düşünülen genç mektepli subayların rütbeleri indirildi. Amaç, istifaya zorlamaktı.
İttihatçılar döneminde emekli edilen alaylı subaylar tekrar orduya alındı. Etkin görevlere getirildi. Emekli askerlerin kurduğu Nigehban Cemiyeti, basına verdikleri demeçlerde mektepli subaylara ağır hakaretler ettiler. Hukuk-u Beşer gazetesi mektepli subaylar için “haydut başları” başlığını bile atacak kadar ileri gitti.
İngilizler, Tetkik-i Hesabat ve Seyyiat Komisyonu kurdurarak, Harbiye Nezareti’nin kozmik odalarına girip tüm belgelerini didik didik ettirdi.
Amaçları belliydi; orduyu küçültmek, halk üzerindeki etkinliğini kırmak.
Ordu’yu sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız kıtaları seviyesine getirmek istiyorlardı.
Bu arada İngilizler ile Fransızlar arasında Jandarmanın yönetimi kimin kontrolünde olacak tartışması çıktı.
İnanması güç ama Saray’ın bırakın bunlara karşı çıkmasını, Vahdettin ve Damat Ferid Paşa ikilisi, ordu komutasını İngiliz subaylarına verme talebinde bile bulundular. İngilizler reddetti.

Güvenilir başsavcı aranıyor

Dönemin partisi Hürriyet ve İtilaf idi.
Ülkenin dört köşesinde şubeler açan bu liberal-dinci ittifak partisi, artık hükümet olmak istiyordu. Ve nihayet, 4 mart 1919’da Damat Ferid Paşa başkanlığında hükümeti kurdular.
Bu hükümete, İngiliz ajanı Hüseyin Hilmi’nin gazeteci dostlarıyla kurduğu Sosyalist Fırka da destek verdi!

Damat Ferid Paşa hükümetinin ilk yaptığı icraat, ulusalcıları yargılayan Divan-ı Harp mensuplarına yüksek maaş ödemek oldu.
Bu arada Divan-ı Harp’in üyeleri sürekli değişti. Damat Ferid Paşa, Takvim-i Vekayi gazetesine “güvenilir bir başsavcı bulmakta zorlandıklarını” açıkladı.
Yeni hükümetle birlikte yandaş medyadaki “tutuklayın”, “kapatın”. “neden cezalandırmıyorsunuz” yayınlarında artış oldu.
Alemdar gibi yandaş gazeteler, “sehbalar bile bu adamlara layık değildir; kafalarının koparılması gerekir” diye yazdı.
Liberal gazeteciler; Alemdar’da Refi Cevat (Ulunay), Peyam’da Ali Kemal “daha ziyade şiddet” diye makaleler kaleme aldılar. “Bu adamlar için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor” diye yazdılar.
Kamuoyu oluşturulduktan sonra istekleri yerine getirildi.
Ermeni tehcirinde kusurlu bulunan Yozgat Mutasarrıf vekili Kemal Bey idam edildi.
Fakat umulmadık bir olay gerçekleşti; yandaş medyanın “cani” olarak gösterdiği Kemal Beyin cenazesine onbinler katıldı.
Hükümet cenazeye gidenler hakkında soruşturma açtı; içlerinde toplumun çeşitli katmanlarından; doktor, tıp öğrencisi, subay, imam, tekke şeyhinin de olduğu bazı kişiler tutuklandı. Üsküdar mevki kumandanı cenaze törenini dağıtmadığı için görevinden azledildi.
Eski defterler açılıyor

İngilizler gündemi hep sıcak tuttu. Tehcir ve darbe iddiaları gündemden düşünce hemen yenisi bulundu; “eski defterler” açıldı. Örneğin, intihar eden veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’yi Enver Paşa’nın öldürttüğü iddia edildi! Adliye Nazırı Sıtkı Bey hemen soruşturma açtırdı.
Bu olay sıcaklığını kaybedince hemen yeni bir gündem yaratıldı:
Sultan II. Abdulhamid tahtan indirildiğinde, içinde 1 milyon liralık mücevher bulunan çanta kayıp olmuştu. Çantanın peşine düşüldü.
Ayrıca Yıldız Sarayı’nı kimlerin yağma ettiği konusunda spekülasyonlar yapılmaya başlandı.
Partiler, gazeteler bu suni gündemlerle oyalanırken, İngilizler emellerini tek tek gerçekleştirdi. Kapitülasyonları yeniden uygulamaya koydu. Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye’nin denetimine verdi.
İttihatçıların yerli sermaye oluşturmak için kurdurduğu milli şirketlerin bazılarını tasfiye etti; bazılarının müdürlüklerine liberal isimleri getirdi.
Levant Limited gibi şirketler kurdular; Vickers, Metropolitan Carriage, British Trade Corparation gibi şirketleriyle Osmanlı pazarına daldılar. Þirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğunu kaldırdılar.
Türk bankalarına İngiliz denetçi gönderdiler. Denetleme işi bitinceye kadar bankaları kapattılar. Türk Milli Bankası’nı ele geçirdiler. Kendileri yeni bankalar kurdular.
Hıristiyanlara ait “emval-i metruke” sayılarak satılan mallar gibi birçok konu gündeme getirildi.
Sultan Vahdettin o aralar Toros Tüneli’ne kafayı takmıştı. Tüneli yapmak için anlaşma yaptığı Alman ve Avusturyalılar kaçmıştı; “ah İngilizler şu tüneli bir yapsa” diyordu. Tünel yapılıp bitirilince ne olacaksa?
Diğer yanda…
Osmanlı münevverleri olan biteni seyrediyordu; şaşkındı. Kurtuluş “reçeteleri” arıyordu. Çoğu bağımsızlığın Batı eliyle gerçekleşeceğine inanıyordu!
Kimi ABD’nin sömürgeci olmadığına inanıp, Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurdu.
Kimi kurtuluşu İngilizlerin Osmanlı yönetimine el koymasında görüp İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni girdi.
Halkına güvenen münevver sayısı parmakla sayılacak kadar azdı…

Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar Osmanlı topraklarını işgal etti.
Taktik hep aynıydı:
İngiliz basını, İzmir ve çevresinin uyduları Yunanistan tarafından ilhak edilmesi için yoğun bir “Barbar Türk” kampanyasına başladı. Bu yayınlara göre Türkler, Rumları yok etmek için gizli planlar yapıyordu!
Ve hep ekliyorlardı; “zaten bu barbar Türkler Ermenileri de katlettiler!” Bu gerekçe Batı basının en etkili propaganda silahıydı.
Sonra Yunanlılar İzmir’e çıktı.
Batı basını yine Türkleri suçladı; “Türkler inatçı bir direnme gösterdi!”
Peki İzmir işgali konusunda yandaş medya ne yazdı: “İngilizleri İstiyoruz.”
Bu başlığı Alemdar gazetesi başyazarı Refii Cevat attı. Osmanlı’yı her türlü beladan kurtaran İngilizlerin, bu işgalden de İzmir’i kurtaracağına inanıyordu!
Teali-i İslam Cemiyeti ise işgalin hemen sonrasına rastlayan Ramazan ayında, bazı memurların oruç yediğine, kimi kadınların tesettüre uymadığına dikkat çekip zabıtaların daha uyanık olmasını istedi.
Saray ile Hükümet ise Paris Konferansı’na hangi bakanların gidip gitmeyeceği tartışmasını yaptı.
Bu arada bir “anket” yayınlandı ve Müslüman halkın yüzde 60’ının İngiliz yönetimini istedikleri ortaya çıktı!
Memnun olmayan birileri vardı: Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşı.
Samsun’a çıktılar.
Onu kısa bir süre sonra Mehmet Akif gibi yurtseverler takip etti.
Þimdi Mehmet Akif hayatta olsaydı ve Türkiye’nin yaşadığı son yıllardaki olayları görse ne söylerdi acaba?
“Hiç ders alınsa tarih tekerrür eder mi?”

Soner Yalçın

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13713058.asp?yazarid=218
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 28 Fév 2010 0:38    Sujet du message: Répondre en citant

Dünü anlatan yaziyi Rasko koymus, bu da bugunu anlatan bir yazi :

Türk kamuoyuna bazı notlar...

Yigit Bulut - Haber Turk / 26.02.2010

BUNDAN yıllar önce daha Türk kamuoyunda “tartışmanın” T’si başlamadan, bazı tespitlerimi “analiz” haline getirerek kamuoyuna aktarmış ve özellikle TSK’nın “nasıl bir sürece” gireceğini sorgulamıştım.
Geldiğimiz noktada “Gerçek suçlu herkes cezasını çekmeli” notunu da düşerek, olanların “marjinal kısmını anlamamız” için “o çalışmamın bazı bölümlerini” yeniden paylaşmak istiyorum...

1- Bill Clinton, Mayıs 1997’de “Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü, “ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin”, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölgeyle ilgili şu cümleler yer aldı: “...İki yüz milyar varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükene- ceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal
çıkarlarından biridir.”

2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de “Milli Askeri Strateji Konsepti”ni (MASK) değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında “Ortadoğu’da yerleşme” derdini yavaş ortaya döken ABD’nin ne yapmak istediğini “ilk algılayan yapı” olma özelliğinden kaynaklanıyordu.

3- MASK’ın değişmesi, ABD’yi herkesten fazla rahatsız etti. ABD, TSK’nın “bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alınmasından” ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın ABD’ye danışılmadan değiştirilmesi “eleştiriliyor” ve şu ifade kullanılıyordu: “...Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır...”

4- Aynı dönemde yazılan, sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında “Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin”, ABD’nin “ana çıkarlarının” bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu.

5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük “finansal manipülasyonu” ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet “pasifize” edilip Kemal Derviş’e teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde eridi. “Türkiye’nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci” başladı.

6- “TBMM’den geçmeyen tezkere” ve TSK’nın ABD’nin istekleri doğrultusunda “Büyük Ortadoğu Projesine” (BOP) dahil edilememiş olması, okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının Nisan ayında BOP’u anlatan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel “...Irak; Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak” dedi.

7- Ortadoğu ve Orta Asya’da “kendi amaçları doğrultusunda” TSK’yı “tasarrufu” altına almak isteyen sadece ABD değildi... Avrupa Birliği (AB) de aynı amaçta birçok girişim yaptı ve maalesef kâğıt üstünde bazı kazanımlar elde etti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2005 yılında AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin AB muharebe gruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre; Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama “AB’nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini” sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya “güç” verecekti.

8- Türkiye’de Sorosçular, rejimle “düellosu- ” olanlar ve devlet düşmanı eski “bazı fraksiyon mensupları” yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK’ya “saldırı”da yerlerini aldı.
Sonuç: Yazdıklarımı lütfen “doğru anlayalım”! “Darbe girişimi olmadı, herkes tertemiz” demiyorum. Girişim varsa, kanunsuz işlere kim bulaştıysa, hangi makamda olursa olsun cezasını çekmeli, çekecek! Söylediğim başka bir şey; olandan fazlasının “neden olduğunu” anlatıyorum!
ANLAYANLARA!
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Raskolnikoff
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 09 Oct 2007
Messages: 3474
Localisation: Somewhere in the world

MessagePosté le: 11 Mar 2010 8:32    Sujet du message: Répondre en citant

TURKIYE’YE MUDAHALE OLABILIR!

Kaynak’tan şok iddia:Ermeni tasarısı bahane için elde tutuluyor
Yugoslavya modeli önümüzde...

1971’de 9 Mart cuntasının içine sızan eski MİT görevlisi Mahir Kaynak, Ermeni iddialarıyla yaratılmak istenen kültür çatışmasının veya kitlesel Türk-Kürt çatışması provokasyonunun, Yugoslavya’ya yapıldığı gibi Türkiye’ye de dışarıdan askeri müdahalenin gerekçesi olarak kulanılabileceğini iddia etti. “Bugün yapılanlar, planın alt yapısının hazırlanmasıdır” diyen
Kaynak’tan diğer şok tespitler şunlar:
1960, ABD-Avrupa çatışmasıdır: İngiltere, kendi nüfuz
bölgesinde telakki ettiği Türkiye’de artan Amerikan etkinliğini hazmedemedi. Türkiye’yi tekrar ele geçirmeye çalıştı.Türkiye’deki sol hareketler naylondu: Ben o tarihte Türk solu için “bu sol naylon soldur” diyordum. Dinamiklerini ülke içinden almıyordu. Bugün liberallerin en ucundalar değil mi?
28 Þubat AKP’yi yaratmak içindi: “Bu iktidar Cumhuriyet’in temel ilkelerine karşıdır, savaşalım” dendi. Zıt oldu değil mi! 28 Þubat zaten AKP’yi yaratmak amacı güdüyordu.
Selcan Taşçı’nın ropörtajı
Türkiye’ye askeri müdahale olabilir
1971’de 9 Mart
cuntasının içine sızan eski MİT görevlisi Mahir Kaynak, Ermeni
iddialarıyla yaratılmak istenen kültür çatışmasının veya kitlesel Türk-Kürt çatışması
provokasyonunun, Türkiye’ye dışarıdan askeri müdahalenin gerekçesi olarak kulanılabileceğini iddia etti
* Darbe neden yapılır?
Her darbe uluslararası bir ihtiyaca cevap verir... Yani...Yani hepsi dış müdahale ile oluyor...
* “İyi darbe” yok mudur yani. 1960’ı ayrı tutanlar var...
1960‘da dünya üzerinde ihtiyaca cevap veriyordu. İngiltere, kendi nüfuz bölgesinde telakki ettiği Türkiye’de artan Amerikan etkinliğinden hoşlanmadı, hazmedemedi. Türkiye’yi tekrar ele geçirmeye çalıştı.
* ABD ile Sovyetler’in mücadelesi değil mi diyorsunuz?
ABD ile Avrupa’nın mücadelesi. 1960 darbesiyle sola açık bir anayasa ve ABD karşıtı bir sol hareket oluşturuldu.
*Fakat ABD karşıtı bu sol hareket, 1971’de sonuçları ABD’ye hizmet eden olayların içinde oldu...
Teorik temeli çok zayıftı. 9 Martçılar dediğimiz grup Türkiye’nin yönünü Avrupa’ya çevirmeyi hedefliyorlardı. Darbeyi engelleyen kanat da ABD ile ittifaktan yanaydı. Ancak uzlaşmaya vardılar. 9 Martçılarla, darbe karşıtı generaller muhtırayı bir arada imzaladılar, ortak hükümet kurdular. Ben MİT adına 9 Martçıları takip ettim. Genelkurmay olaya başından sonuna kadar vakıftı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ilk günden itibaren biliyordu. Ancak tasfiyesine cesaret edemediler.
* Neden?
Çatışma çıkmasından korktular...
* ABD yanlısı 12 Martçılar, Avrupa yanlısı 9 Martçıları engellediğine göre darbeyi yapan ABD mi oldu?
Aslında darbe engellendi. Ama siyaset alanında iki tarafın birden olmasını sağladı. Nitekim 1963’te Ortak Pazar’a girmek için anlaşma imzalandı. Yani iki tarafda payına düşeni aldı.
İlk iş MİT’in tasfiyesi
* Darbecileri tasfiye etmeyen 12 Mart, darbenin engellenmesini sağlayanları niye tasfiye etti?
Evet, darbeciler hiçbir kayba uğramadı. Çoğu da milletvekili oldu. Alt kesimdeki militanlar, öğrenciler kayba uğradı. Bir de
MİT’i tasfiye ettiler. Fuat Doğu görevinden alındı ve Lizbon’a büyükelçi yapıldı.
*MİT’teki tasfiyenin sebebi neydi tam olarak?
9 Martçıların uzlaşma şartıydı. Herkes
’9 Martçılar tasfiye edildi’ diyor. Onların teşkilata hakim hale geldiğini kimse söylemiyor.
* Buna göre, 1971’den sonra MİT dönüştürüldü diyebilir miyiz?
MİT 1971’de darbeye karşı görevini yaptı. Dünya ölçeğinde bir başarıydı. Dış istihbarat servisleri deşifre edemedi. 1969’da Çavuşesku’nun himaye ettiği Dünya Komünist Gençlik Toplantısı’na gittim. (MİT görevlisi olarak) Orada bir Sovyet istihbaratçısı yanıma geldi. Dedi ki, “Sen akıllı bir adamsın. Bu darbenin içinden çık sıyrıl. Türk ordusu komünist darbe yapmaz.” Daha sonra Doğan Avcıoğlu’nun bürosuna gelen bir Sovyet ataşesi diyor ki, “Bahçelievler’deki toplantılarınız izleniyor.” Bu Sovyetler’in operasyonun içinde olmadığı anlamına gelir. Türkiye’de sol bir hareket var ve içinde Sovyetler yok!
* Kim var peki?
Darbe kime hizmet ettiyse o. Ben o tarihte Türk solu için “bu sol naylon soldur” diyordum. Dinamiklerini ülke içinden alan ve Türkiye’ye yönelik hedefleri olan bir hareket değildi. Zaten onun için MİT’e hizmet ettim amacım naylon solun tasfiyesiydi.
* 70’lerde darbe zemini için kullanıldığını itiraf edenlerin bugün özellikle ABD ile olan ilişkileri doğrulamış mı oluyor tezinizi?
Evet bugün liberallerin en ucundalar değil mi?
Sağ-sol çatışması suni
n MİT’teki dönüşümü anlatıyordunuz, son yazılarınızdan birinde bunun TSK ile paralelliğine dikkat çektiğiniz için güncel ve önemli...
1971’de MİT darbenin hedefine ulaşmasını engelledi. ABD, 1980 darbesini tezgahlamaya başlayınca, MİT’in bu işe de müdahale etmesini istemediler. Onu küçük düşürücü her tür yayını yaptılar. Bütün eylemler MİT’e mal edildi. Kendileri yapıyordu faturasını bize çıkarıyorlardı.
* Örnek verebilir misiniz?
Mesela sol-sağ çatışmaları tamamen dışarıdan getirilen şeylerdi.
* Suikastlar var mı bunun içinde?
Tabii hemen hemen hepsi dışarıdan yönlendirilmiştir.
Bunların içinde devlet kurumuna mensup kişiler bulunabilir ama bunlar devlet adına hareket etmez. MİT çatışmayı tahrik etmez ama MİT’in içinde çatışmayı tahrik eden kimseler vardır...
* İstihbaratın içine sızmış istihbaratçılar yani...
Evet sızmışlardır.
İstihbarat özelleştirildi
* Bugün de özelleştirildiğini iddia ediyorsunuz istihbaratın...
Þimdi bir Müsteşarlık kuruyorlar. Bir sürü vazifeler veriyorlar. Bunlar yanlış şeyler. Devlet kurumlardan oluşur. Halkın iradesi bu yetkileri vermez. Halkın iradesi meselesiyse, Amerikan Meclisindeki oylar kutsal değil mi? Ona bağıramazsınız o zaman.
* Nesi yanlış geliyor size?
Emniyet etkili hale gelecek. Ordunun sınır güvenliği gibi yetkilerini elinden almayı düşünüyorlar. Ağır silah ithalatı konuşuluyor. Neredeyse Mümtaz’er Türköne’nin dediği olacak. Nizam-ı Cedit.
n Bir röportajınızda söylediğiniz “Bugün büyük sol partilerden birinin başında olabilirdim” sözü, aynı şekilde istihbaratçıların siyasi partileri de yönlendirebileceği, tasfiye edebileceği anlamına mı geliyor?
Ben bunu böyle ifade etmemiştim. Çarpıtıldı. Söylediğim, üniversitede kalsaydım yukarıda bir bilim adamı veya siyasetçi olurdum.
* Olamaz mı peki? Türk siyasetinde istihbarat servislerinin atadığı genel başkanlar oldu mu, veya var mı?
Vardır diyemem sadece olabilir derim!
* Mümkün yani...
Elbette mümkün
Medyasız darbe olmaz
* Ya medyada?
Darbe çok karmaşık bir yapıdır. Ve içinde medya mutlaka vardır. Medya olmazsa darbe yapmak mümkün olmaz. Mesela 28 Þubat’ta çıkan irtica söylentileri... Bu tertibi yaptıran güç neyse, tankları yürütenin arkasındaki güç de odur.
* Gazeteci-istihbarat elemanı ilişkisi... Mark Parris gibi CIA ajanları, MİT Müsteşarları ve bazı gazetecilerin ’gizli’ buluşma fotoğrafları var. Mesela biz yayımlıyoruz birini yıllardır...
İsimlere girip kimseyle kavga ettirmeyin beni...
* Metodu konuşalım o zaman. Sistematiği nedir? Bu ilişki nasıl şekillenir? Gazeteciyi çağırıp “görevin şu”mu derler?
Öyle söylenmez tabii. Ama patronun, işi tertipleyenlerle ilişkisi vardır. Dünya üzerinde ilişkileri vardır. Yazarlar ona uyar. Yine 28 Þubat’ta “Bu iktidar Cumhuriyet’in temel ilkelerine karşıdır, savaşalım”dendi. Askere de benzer şeyleri söylediler. Oysa savaştıkları şey Erbakan’ın izlediği ekonomik politikalardı. Erbakan’ın ekonomik ilişki kurduğu yerler,
ABD’nin istediği yerler değildi.
28 Þubat AKP’yi yaratmak için
* O yapıdan çıkan ABD’nin tersini yapması ilginç değil mi?
Zıt oldu değil mi? 28 Þubat zaten AK Partiyi yaratmak amacı güdüyordu başarılı oldu. Ben bunu AK Parti’yi eleştirmek için söylemiyorum. Siyasiler akıllı olsun ’kim ne istiyor’ sorusunu sorsun diye söylüyorum.
* Demirel tecrübesinden ibret almak gibi mi?
Evet, aynı şey olabilir. Kimin hangi politik amacı güttüğünü anlamak lazım...
* Bu kavrama kapasitesine sahipler mi sizce?
Yok. Herkesin modeli var. Bir tarafta ABD bir tarafta Rusya onlar hep kavga ediyor sanılıyor. Ben de şunu söylüyorum; onlar hiç kavga etmiyor. Asıl kavga eden Batının kendi içindekiler. Blok içi çatışmalardır bizdeki darbeler. Mavi akım darbe nedeni
* Mesut Yılmaz’ın bir açıklaması oldu Mavi Akım’dan dolayı ABD’nin Anasol-D’yi devirdiğiyle ilgili. Bu Rusya’yla ilgili değil mi?
Mesut Yılmaz’ın söylediği doğrudur. Ben daha o günlerde ’ABD bu bağlılığı onaylamaz buna karşı tedbirini alır’ dedim. Ama bu Yılmaz’ın haklı olduğu anlamına gelmez. Çünkü o da ’Avrupa ile bütünleşme’den yanaydı. Sovyet gazı almasının sebebi de o sırada Almanlar’ın Gazprom’la ortaklık içinde olmasıydı. Bir başkasının politikasını izlersen öteki de gelir bunu bozar.
* TSK ekseninde yaşanan gelişmeler bir NATO operasyonu mu?
Bugünkü Amerikan projesine karşı çıkanların tasfiyesi.
* Nedir Amerikan projesi dediğiniz?
ABD diyor ki bu bölgeyi ben kimseye bırakmayacağım. Bunun için Türkiye’yi kontrol edeyim Orta Doğu’da etkin rol oynamasının önünü açayım. Bölmek yerine genişletmek. Bunun için de iki şey lazım. Bir; ulus devlet modelini terk etmeli, çeşitli kültürlere açık olduğunu ifade etmeli. İkincisi de Orta Doğu’nun çimentosu olan dine arkasını dönmemeli. Yaşadıklarımızın hepsi bu istikamette değilmi?
İşgal için alt yapı hazırlığı
n İktidara yakın bazı isimler de, 1 Mart’ı milat kabul edip, tasfiye edilenin ABD olduğunu savunuyorlar. Onlar kendileri gibi, “birisi küfretti ben de ona edicem” diye düşünüyorlar ama dünyada böyle bir şey yok. Büyük devletler intikam peşinde koşmaz, bugün işine ne yarayacak ona bakar.
* O zaman şöyle sormak gerek; bugün işine ne yarayacak?
Ermeni Soykırımı Tasarısı yarayacak. Günün birinde bir kültür çatışması yaratırsak, Türkiye müdahale etmek zorunda kalır. Biz de bu faaliyete soykırım der ve müdahale ederiz. Gerekçe hazır: Türkler geçmişte yaptılar bugün de soykırım yapıyorar. Bunun altyapısıdır hazırlanan.
* Başka?
Bir de önümüzdeki dönemde en ciddi provokasyon kitlesel Türk-Kürt çatışması olacak. Bu iki halde dış müdahale kaçınılmaz olur...
* Müdahale derken, askeri mi?
Askeri müdahale. Yugoslavya’da olduğu gibi.
Avrupa’nın projesi bölmek
* Ama ABD’nin Türkiye’yi bölerek değil büyüterek kullandığını söylüyorsunuz...
Bunun karşısında bir de Avrupa’nın projesi var. Avrupa, Güneydoğu Anadolu Türkiye’den ayrılsın istiyor. Geriye kalan nüfusu az, eğitim ve gelir düzeyi yüksek, homojen kitlenin etkisinin sınırlı kalacağını hesap ediyor. Bu poitikayı savunan, gerçekleşmesini isteyen ama açıktan söyleyemeyen çok insan var.
* 1 Mart’tan devam edersek, bir milat özelliği yok mu?
1 Mart ABD’nin Türkiye’ye yerleşme niyetinin göstergesidir. Tezkere tartışılırken “Irakta savaş olmayacaktır” dedim. Benim için adı “çatapat harekatı”ydı. Nitekim çatışma olmadı. ABD geldi işgal etti. Madem bu kadar kolay işgal edebilecekti, kuzeyde bir cephe açmanın ne anlamı vardı?
n İran için de Türkiye açısından aynı risk söz konusu değil mi?
İran’a askeri bir müdahale olacağını zannetmiyorum. Ama Türkiye’yi İran’a karşı denge oluşturmak için kullanacaktır ABD. AKP içinde buna karşı çıkanlar olabilir. Problem de doğarsa oradan doğar.
n Rejim değişikliği yoluyla müdahale olabilir mi?
Tahmin ediyorum bu bölgede jakoben demokrasiler hakim olacaktır.
Soros dönemi kapanıyor
* Dünyanın dengelerini belirleyen gücün adını küresel sermaye olarak koyabilir miyiz?
11 Eylül’de öyleydi. Ben o zaman da “Ulus devletlerle küresel sermaye çatışıyor” demiştim. Ekonomik krizle birlikte ise küresel sermayenin tasfiyesini görüyoruz. Çünkü kaybeden bankalar. Para ortadan kalkmıştır. Þu anda etkisi son derece sınırlı hale geldi.
* Savunma mekanizması yok mu, dev bir sistem...
Yeniden oluşmasına engel olacak tedbirler alınıyor. ABD en liberal ülke ama bankalara devletin müdahale etmesinin yolunu açıyor. İthal ikamesine başlıyor. Çin’in ihracatını sınırlamak istiyor.
* Küresel sermayenin yerini ne alacak?
Amerikan devleti.
* Küresel sermaye destekli sivil operasyonları nasıl etkileyecek bu değişim?
Etkilemeye başladı. Ukrayna’ya bakın, Soros devriminin oluşturduğu iktidar seçimi kaybetti. Bu da bir gösterge.Demirel döneminde dünyanın en bağımsız ülkelerinden biriydik
n Amerikan yanlısı kabul edilen Demirel’in Amerikancı darbeye maruz kalmasını nereye koyacağız?
Biz diyoruz ki Demirel’i ABD destekledi. Ve diyoruz ki Demirel’i ABD tasfiye etti. Bu bir çelişkidir.
n Öyle olmadı mı?
Batı içinde yeni bir güç doğuyordu. Küresel sermaye. Sol ’Tam bağımsız Türkiye’yi savunuyordu. Oysa Demirel’in ekonomi politikası sanılanın aksine zaten içe dönüktü. İthal ikameciydi ve dünyanın en bağımsız ülkelerinden biriydik biz o zaman.
Dış borcumuz 10 milyar dolar civarında, iç borcumuz hiç yok gibiydi. Ama bunu kullandılar.
* Ne için?
Türkiye’yi dışa açmak ve dünya ekonomisiyle bütünleştirmek için. 1980 darbesinde bizim şikayetimiz içerideki çatışan taraflardı ama darbe olur olmaz bunlar yok oldular. Turgut Özal geldi ve Türkiye’nin kapılarını açtı. Hedef buydu, buna ulaşıldı. Bu hedefte ABD ile Avrupa arasındaki eski rekabet söz konusu değil, ittifak içinde yaptılar. Geçenlerde okuduğum bir iktisat kitabında şu yazıyordu “1980 darbesi bir NATO operasyonudur.” Bugünde onun sonuçlarını yaşıyoruz aslında.
Ne yapıyorsanız biliniyordur
* Bugünkü operasyon sürecini nasıl bir mantığa oturtuyorsunuz? “Kolaj resim” teorinizin dayanağı nedir?
Benim müşahadem; teknolojik üstünlüğe sahip olan güçler sürekli olarak bilgileri topluyor ve bir yerde depoluyorlar. İşlerine geldiği zaman kullanıyorlar. Yapılacak tek şey başkasının kullanabileceği işleri yapmamaktır. Yaparsanız bilindiğinden şüpheniz olmasın. Zamanı geldiğinde mutlaka kullanırlar. Daha ellerinde çok şey vardır bunların.
n Somut bir bilgiye dayanarak mı yapıyorsunuz bu tespiti?
Bu kavil provokasyonları, yabancının yaptığı provokasyonları iç politikada kullanmasınlar diye yapıyorum. ’Rakibimizin zayıf tarafını ortaya çıkarmış oh’ demesin kimse. ’Bunu niye yapıyor’ diye sorsun. Eğer bir gün bahçenizde bir yılanın başını ezilmiş olarak görürseniz ’ezenden Allah razı olsun’ deyip geçmeyin. Bu yılanı kim öldürdü arayın. Aramazsanız, o yılanın başını ezen, yarın sizin de başınızı ezer.

10 mart 2010 Yeniçag
_________________
Родион Романович Раскольников
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 11 Juil 2013 2:14    Sujet du message: Répondre en citant



cliquez sur l'image


Dernière édition par cengiz-han le 31 Mar 2017 0:43; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Juil 2013 0:41    Sujet du message: Répondre en citant

Nurjuvazi terimini bilmiyordum... Ama yazi ögretici.


Citation:


Mustafa Sönmez

Nurjuvazi ile Burjuvazi: Çatışma mı, uzlaşma mı?


AKP rejiminin ve RTE’nin kaderini belirleyecek etkenlerden biri sermaye sınıfının tavrı. Burada yekpare bir sınıftan söz etmediğim açık. Ekonomik olarak aralarında paylaşım kavgası olsa da, esasen sekülerlik ve “parlamenter demokrasi anlayışı” üstünden ayrışan sermayenin iki kanadının, Gezi depremi sonrası biri birlerine karşı hal ve duruşları, hamleleri merak konusu.

Taraflardan İslami olanına “nurjuvazi” deniyor. Bunlardan “milli görüş” kökenli olanlar MÜSİAD’da, Gülen cemaati kökenliler ise TUSKON’da örgütlüler. Taraflardan laik bilenen ve yüzü AB’ye ve onun normlarına daha dönük olarak bilineni ise “büyük burjuvazi”. Bunların TÜSİAD’da örgütlü oldukları, aynı hamurdan orta ve küçük işletmeleri de daha geniş bir halkada TÜRKONFED olarak örgütledikleri biliniyor.(*)

NURJUVAZİ ?

Anadolu kaplanları olarak nitelenen nurjuvaziyi, Anadolu’da sessizce büyüyen, küreselleşmenin tanıdığı fırsatları iyi değerlendiren, Gülen cemaatinin inisyatifi ile de güçlü iç dayanışma ağları kurarak dünya pazarlarında başarılara imza atan, yüksek ekonomik performansla iç bünyesindeki dayanışmayı daha da sağlamlaştıran ve AKP rejiminin devlet rantından faydalanan kesimi olarak nitelemek pek moda (Örnek için bkz Aydın Uğur, Endişeli Nurjuvazi, 4 Temmuz Radikal) . Nurjuvazi için bu nitelemelerin yarısı doğru, yarısı yanlış. Bu kesimin iç dayanışma ağları olduğu ve AKP rejiminin devlet rantlarından sınırsızca faydalandıkları doğru ama Türkiye’nin ve dünyanın genel büyüme dinamiklerinin üstünde, bundan kaynaklanan bir başarı öyküleri olduğu çok abartılı, hatta yanlış bir önerme. Bilinmeli ki, bu kesim, öteden beri Türkiye kapitalizminin işbölümünden rol alarak var oldu. Kâh bayii, toptancı, temsilci, kâh büyük burjuvazinin artık kârlı bulmadığı ve terk ettiği sanayileri, hem İstanbul ve çevresinde hem de Kayseri, Konya, G.Antep, Denizli gibi sanayi vahalarında üreterek boy attı. Gıda, tekstil, mobilya, hatta demir-çelik gibi sektörlerin bu sanayicileri, ucuz ve örgütsüz emekle, ithalata bağımlı üretim ve ihracat yapan, Türkiye sanayiinin tipik defolarından malul bir kesim. Nurjuvazi, diğer kazanç alanlarından da eksik olmadı elbette. AKP rejiminde hiçbir TOKİ, özelleştirme, kamu ihalesinden eksik olmadılar, eğitim, sağlık gibi metalaştırılan hizmetlerden eksik olmadılar ve dış kaynağa dayalı yıllık yüzde 5’lik büyüme katarına atlayarak paylarını kapmaya baktılar. Ortada orijinal hiçbir şey yok.

BÜYÜK BURJUVAZİ

Peki nurjuvazi, bu 10 yıldır dış kaynak haznesinden akan çeşmeden kovasını doldurmaya bakarken büyük burjuvazi ne yaptı? Onlar da AKP’li yıllara dominant güç olarak başladılar. Dış ekonomik odaklarla ana bağları kurmuş fraksiyon olarak, dış kaynağa dayalı büyümeden, eskiden olduğu gibi paylarını aldılar. Özelleştirme böreğinin en has dilimlerini aldılar, dış kaynak girişine aracılık yapan finansörler olarak hem özelden hem devletten katmerli faizlerini aldılar, İstanbul rantından aslan payını aldılar, büyük enerji lisansları kaptılar vs. Bazıları-Doğuş, Ciner, Demirören gibi- devlet rantlarından daha fazla yararlanmak için medyalarını da devletlûnun hizmetine vererek dönemden fazladan yararlanmayı ihmal etmediler elbette. Böylece RTE, nurjuvaziye ek olarak burjuvaziden biat etmiş bu grupların da desteği ile iyice cüretkâr oldu.

Büyüme çarkı döndüğü sürece nurjuvazi daha da palazlanırken burjuvazi de cesameti ve köşeleri önceden kapmış olmanın avantajı ile büyümesini sürdürdü. Ama bununla bitmedi. RTE, inşa etmek istediği toplum projesine TÜSİAD’dan itiraz istemedi. 28 Þubatçısınız, diye korkuttu, içlerinden Aydın Doğan’a uyguladığı sindirme yöntemleriyle, diğerlerini de tehdit etti.

AKP’YE TAVIR

İzlediği ekonomik programların kırılganlık yarattığını ve geleceği olmadığını bilse de TÜSİAD esaslı muhalefet yapmıyor, AKP’yi daha çok AB rotasında tutmaya çalışıyordu ama en çok da toplumun geneline giydirmek istediği deli gömleğinden tedirginlik duyuyor, hukuk dışılığın yarattığı gerilimlerin toplumda bir patlamaya yol açacağından endişe ediyor ama bunu seslendiremiyordu, ta ki Gezi isyanına kadar. Gezi, TÜSİAD’ın da dilini çözdü ve konuşur kıldı.

Þimdi nurjuvazi ile burjuvazinin AKP ile ilgili tercihleri daha netleşiyor. TÜSİAD da artık hukuka saygı, AB türü demokrasi ve haklara saygı taleplerinin ardında durmaktan kaçmıyor. “Ilımlı İslam” formülünden soğuyan ABD ve AB’den aldığı sinyallerin de etkisiyle tabii.
AKP’ye kayıtsız bağlı nurjuvazi ile itirazlarını dillendiren burjuvazi esaslı bir çatışmaya girerler mi? Sanmam. Nurjuvazinin böyle bir lüksü yok. Türkiye kapitalizmi artık, 1980 öncesinin , hatta 2000 öncesinin kapitalizmi değil. Milli gelirinin yarısı kadar dış ticarete açılmış, milli gelirinin yarısına yakın dış borç stoklamış bir ülkeden söz ediyoruz artık. Nurjuvazisi de, burjuvazisi de bu dışa açılmışlığın rüzgârlarının tesiri altında. Hem de iyice kırılganlaşmış, içeri dönme opsiyonu kalmamış bir kapitalizm bu.

Dolayısıyla, çatışma yerine bir uzlaşı yolu bulmaya daha çok gayret edecekler. Buradan, RTE’den kaynaklanan sivrilikleri törpüleyip ABD, AB onaylı, merkez sağa meyletmiş bir AKP restorasyonu da mümkün olabilir, AKP’den bu muhtevada yeni bir parti doğurmak da…Ama eskiyle devam edilmeyeceği çok açık.

Emek ve demokrasi güçleri, kendi yol haritalarını oluştururken, sermaye sınıfı içindeki olası çatışma ve uzlaşıların ortaya çıkaracağı fırsat ve riskleri de iyi takip etmek durumundadırlar.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Juil 2013 14:46    Sujet du message: Répondre en citant


<

Citation:

Avrupa Birliği Türkiye Delagasyonu ile Fakültemiz İnsan Hakları Merkezi tarafından ortaklaşa düzenlenen, ancak açılış konuşmalarından sonra bir deklerasyon yayınlayarak iptal edilen, "Demokrasi ve İnsan Hakları" konulu konferansın açılışında Türkiye'de 31 Mayıs 2013'den beri yaşananları da içeren değerlendirmelerim
Yalcin Karatepe
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 20 Aoû 2013 0:32    Sujet du message: Répondre en citant

Bu topigi buraya tasidim, buraya yakisir... Toplumlar balik hafizalidir derler ya...

murat_erpuyan a écrit:
Citation:

Adı Fırat Budacı. Bir çoğunuz onu Uykusuz adlı mizah dergisindeki, “Kaç Yıl Oldu?” araştırmalarından tanıyor. Asıl mesleği diş hekimliği olan Budacı ayrıca aynı dergide, “Kendimi Durduracak Değilim” adlı köşenin de sahibi. Bu mizah ustasının aynı adlı iki de kitabı bulunuyor.



Kaç Yıl oldu?



Emine Erdoğan, gençlik yıllarında abisinin artık örtünmesi gerektiğini söyleyince intihar etmeyi düşündüğünü açıklayalı 9 yıl oldu.

Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı yakalandığında emniyeti arayarak "Abdullah'ı bırakmazsanız 150 bomba patlatacağız" diyeli 35 yıl oldu.

Cemal Süreya, Turgut Özal'a "Beraber intihar edelim, ülke kurtulsun!" daveti göndereli 24 yıl oldu.

12 Eylül sonrası din dersleri zorunlu olunca Fethullah Gülen, Kenan Evren'e "Tankının paleti olayım paşam, çiğne beni" diyeli 33 yıl oldu.

3 yıl,6 yıl,7 yıl,9 yıl,11 yıl,13 yıl,14 yıl ve 15 yıl önce albümler çıkaran Kayahan ''Müziği bıraktım!'' diyeli 21 yıl oldu.

Tansu Çiller, Sivas katliamı sonrası "Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi" diyeli 20 yıl oldu.

Süleyman Demirel , Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı mecliste görüşülürken , Adnan Menderes ve arkadaşlarını kastederek , ''Üçe üç , bizden üç gitti, sizden de üç gidecek!'' diye bağıralı 41 yıl oldu.

Tayyip Erdoğan, milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili "Biz bu ayrıcalığı kaldıracağız" diyeli 11 yıl oldu.

And Dağları'na düşen bir uçaktan sağ kurtulanlar, ölen arkadaşlarını yiyerek hayatta kalmayı başaralı 41 yıl oldu.

Dönemin Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek, "Flört, fahişelikten farksız" diyeli 23 yıl oldu.

Savaş Ay, Stüdyo 4 programında artistik hareketlerle şapkadan tavşan çıkarma gösterisi yaparken tavşanı öldüreli 7 yıl oldu.

Erzurum depreminde, mühendisliğini yaptığı bina yıkılan Süleyman Demirel, ''O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da, niye yıkıldı diye herkes eleştiriyor,'' açıklamasını yapalı 30 yıl oldu.

Kurtlar Vadisi karakteri Çakır'ın dizideki ölümünden sonra, Türkiye'nin bir çok yerinde cenaze namazı kılınalı ve gazetelere başsağlığı ilanları verileli 9 yıl oldu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için düzenleyeceği şenliğe tecavüz suçundan hapis yatan Doğuş ve kadın dövmeyi gerekli bulan İbrahim Erkal'ı çağıralı 11 yıl oldu..

Doğan Güreş, Tansu Çiller'i kast ederek, ''O tak diye emrediyor, ben de şak diye yapıyorum,'' dediği için adı ''Tak Þak Paşa'' ya çıkalı 17 yıl oldu.

Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde , Ahmet Kaya'yı protesto için çatal , bıçak, atanların en acarlarından Serdar Ortaç sahneye fırlayıp Onuncu Yıl Marşı'nı söyleyeli ve onuncu yıl fatihi olan Serdar Ortaç askere gitmemek için aldığı sahte raporlar yüzünden hapse gireli 14 yıl oldu.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, toplumsal olaylara müdahelelerde biber gazı kullanılmasına ilişkin bir soru önergesine, ''Biber gazı, biber bitkisinden elde edilen doğal bir maddedir,'' cevabını vereli 5 yıl oldu..

Bülent Arınç, Moskova ziyareti sırasında Lenin için, ''Kendisini ölü görmek çok güzel,'' diyeli 7 yıl oldu.

Çarkıfelek programında yerlerde debelenen Mehmet Ali Erbil ve Aysel Gürel'in coşkusuna kapılarak üzerlerine atlayan İsmail Türüt, Aysel Gürel'in 5 kaburgasını kırıp sanatçıyı hastanelik edeli 11 yıl oldu.

Kenan Evren , Erdal Eren'in idamı hakkında sorulan bir soruya, ''Asmayalım da besleyelim mi?'' cevabını vereli 33 yıl oldu...

Cübbeli Ahmet Hoca, çocukken kibrit kutusundan cami, çöplerinden de cemaat yapıp onlara namaz kıldırdığını açıklayalı 4 yıl oldu.

TRT, bir konseri 2,5 saat boyunca sessiz yayınlamasına gelen tepkiler üzerine ''Düğmeyi kapalı unutmuşuz'' açıklaması yapalı 5 yıl oldu.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 21 Aoû 2013 17:15    Sujet du message: Répondre en citant

Susanlar, "namussuzlar kadar cesareti olamayan namuslular" yuzunden...
Özdil güzel yazmis...
Susmayan Gezi Gençligine helal olsun...

Citation:



Hürriyet 21 Ağustos 2013
Silivri

Lafı eğip bükmeyelim.

O kararı sadece mahkeme heyeti vermedi. Tarafsızım pozlarına bürünüp, üç kuruşluk şahsi menfaat için adaletsizlikten, zulümden taraf olan iş dünyası verdi.

*

TOBB başkanı mesela.
O verdi.
Bunca hukuksuzluk, bunca iftira, bunca insafsızlığa göz göre göre tanık’ken, hâlâ muktedirin şakşakçılığını yapıyorsan...
Ortaksın bu karara.

*

Vay efendim, hükümetin icraatlarını beğeniyorum ama, Mustafa’nın çocuklarına üzülüyorum filan... Yok öyle! Sevap senin desteğinle oluyorsa, günah da senin.

*

Sezen Aksu verdi bu kararı. Hepimizin Sezen’iydi, Ak’su olmayı tercih etti. Hülya Koçyiğit verdi. Unutursam kalbim kurusun diye haykırıyor Tuncay’ın kızı... Asla unutturmayacağız Kadir İnanır’ı.

*

75 yaşındaki rektörü hapse tıktılar. Kanser hastası rektör, hücrede. Dut yemiş bülbül gibi koltuğunda oturan rektörler verdi bu kararı... Aman profesörlüğüm engellenmesin, doçentliğim yanmasın diye, insanların diri diri gömülmesini görmezden gelen, suratını başka tarafa çeviren akademisyenler verdi.

*

Ekranda gerdan kıran gözlüklü şişko verdi bu kararı. Çünkü biliyor ki, Merdan Yanardağ gibi gazetecilerin kalemini kıran zihniyet olmasa, Patagonya’da bile haber sunamaz. Bi tarafta bu sunar, öbür tarafta anca penguen sunar.

*

Genelkurmay başkanına müebbet verilirken, karargâhta hurma ikram eden, iftar veren Necdet bey verdi bu kararı... Soğansız köfte tarifi veren Hilmi efendi verdi.

*

Dinle bak ne diyor silah arkadaşının oğlu...
“Amca dediğim için utanıyorum, ömür boyu utanacağım, TSK’ya ve Türkiye’ye ihanet etti, bütün aileler böyle düşünüyor, vicdanıyla baş başa bırakıyoruz.”

*

Hangisi daha ağır dersin?
Hapisten çıkamamak mı?
İnsan içine çıkamamak mı?

*

Demem o ki...
Kendisine yapışmasın diye “teflon tava” ayaklarına yatan herkes, bu karara ortaktır. Ve aslında, Yargıtay aşaması herkes için bir şanstır. Herkesin vicdanını temyiz edip, kişisel kararını yeniden gözden geçirmesi için fırsattır.

*

Aksi halde.
Onlar müebbet’e ama...
Sizler ilelebet’e mahkûmsunuz.
İlelebet böyle anılacaksınız.

Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 16 Sep 2013 23:45    Sujet du message: Répondre en citant

Yazi 2011 de yayinlanmis, nasil olmussa olmus 2013' de suç unsuru bulunmadan siyirmis !


Citation:

ARTIK ÇOK GEÇTİ.........

Mustafa Yıldırım'la Görüşme
Işık Kansu
Cumhuriyet, 26 Þubat 2011

Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım ile İran İslam devrimi üzerine söyleşiyorduk. Þah’ın yıkılmasına az kala, İran’daki genel beklentinin “çok partili, düşünce özgürlüğünün sınırlanmadığı” bir düzen olduğunu vurguladı. Yani, şimdi bizim dinlediğimiz “ileri demokrasi” masalı gibi bir şey.
Mustafa Yıldırım, “İran’da önce gösteriler başladı” diyerek sürdürdü sözlerini:

“Ordu ‘Çatışma büyümesin’ diyerek tarafsızlığını ilan etti. Geçici hükümet kuruldu. Sağda solda dine aykırı denilerek insanlar dövülüyor; vitrinler kırılıyor, içki satan yerlere saldırılıyordu.
Koalisyonun demokratları-liberalleri münferittir, diye idare ettiler.
Birdenbire dini-ruhani liderin fetvaları ortaya çıktı: Referanduma gidilecekti. ‘Eski diktayı mı yoksa demokratik cumhuriyeti mi istersiniz’ diye sormak yerine ‘Dikta mı, yoksa İslam Cumhuriyeti mi?’ diye sordular.
Halk ezici çoğunlukla diktaya karşı geldi, ama seçenek de tekti.
Ruhani liderli iktidar, birbiri üstüne kararlar alıyordu. Derhal yeni bir silahlı kuvvet oluşturdular; polislerle birleştirdiler.
Subaylar ortalık yerde tartaklanıp tutuklanmaya başlandı. İktidarın yayın organları, işgale (Irak'a) karşı savaşan subayları her gün aşağılıyorlardı. Koalisyonun demokrat-liberal ortakları, hatta bazı yüksek dini liderler yeni diktaya karşı çıkmaya başladılar.
Darbe yapılacak gerekçesiyle yüzlerce subay hapse tıkıldı.
Öğrenciler özgürlük istiyorlardı; onları döverek, öldürerek sindirdiler. Üniversite yönetimine el konuldu; üniversiteler iki yıllığına kapatıldı; eğitim ilkeleri baştan aşağı değiştirildi; müzik, sanat, sosyoloji, felsefe bölümleri kapatıldı.
Yeni silahlı koruma-polis (pasdaranlar) gücü, askeri üsleri basarak subayları tutukladı.
Demokrasi-özgürlük istekleri yükselince üniversiteler ve muhalefet eden yayın organlarının tümü kapatıldı.
Yeni silahlı gücün ve birçok kurumun yönetimi doğrudan dini-ruhani lidere (Yüce Ayetullaha) bağlandı.
Eski dönemin adalet kurumlarına, mahkeme yapılanmasına dokunmadılar; ama hâkimleri, savcıları işten atarak yerlerine kendi adamlarını (Hocatülislamları - mollaları) yerleştirdiler. Yüksek mahkemenin yönetimine, başsavcılığa kendi adamlarını oturttular.
Gerekli gördüklerinde hemencecik yeni baskı yasaları çıkardılar.
Yazarlar, şairler, gazeteciler hapse tıkıldılar, çoğu telle boğularak, boğazları kesilerek çöplüklere atıldılar. Özgürlük isteyenleri üç kişiden oluşan molla mahkemelerinin emriyle, bazen de yalnızca başsavcının emriyle öldürüldüler. Kim özgürlük isterse din düşmanı olmakla suçlanıp içeri tıkıldı, 14-15 yaşlarındaki sayısız kız ve delikanlı hapishanelerde işkenceye çekildi, habersiz kurşuna dizildi.
Ne ulusal ordu, ne de binlerce yılın kültürü kaldı!
İşin başında demokrasi-özgürlük isteyerek darbeye ortak olanlar da anladılar ki eski diktatörlük bile bu kara-baskıcılar döneminden evladır!
Ne var ki artık çok geçti. Seçimle gelenler, seçimle gitmeyeceklerdi, çünkü yolsuzlukların, cinayetlerin hesabını vermek istemiyorlardı.”
Mustafa Yıldırım sözlerini bitirince, “Bu anlattıklarınız” dedik, “Bugün yaşadıklarımıza ne kadar çok benziyor…”
Yüzümüze baktı, acı acı güldü.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page 1, 2, 3, 4, 5  Suivante
Page 1 sur 5

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.