281 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 281
Membre(s) : 0
Total :281

Administration


  Derniers Visiteurs

administrateu. : 09h30:14
murat_erpuyan : 09h32:38
SelimIII : 22h57:10
Salih_Bozok : 3 jours
cengiz-han : 3 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

A. Sirmen'den enfes irdelemeler
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 19, 20, 21
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Aoû 2021 3:33    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Türkiye yönetilemiyor mu?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 17 Ağustos 2021



Türkiye yandı...

Ormanıyla yandı Türkiye.. Yargıtay’ı ile birlikte, Danıştay’ı ile, Sayıştay’ı ile, askeri ve de sivil yargısıyla hep birlikte cayır cayır gitti Türkiye...

Milli Eğitim’i ile, Milli Savunması ile, sınır güvenliğiyle, can, mal ve ırz güvenliğiyle birlikte, bugüne kadar, namus diye, dürüstlük diye ne bellediyse hepsiyle yandı Türkiye...

Türkiye ateş topu olup tutuştu, su da dahil her şey alev olup yandı. Afet ateş olup yakmadığında sel oluyor, bu defa sel yakıyor. Türkiye aklınıza gelen her şeyle, her yerde yandı. Ve önlemedi yangın, kendi sınırına gelince, insafa da geldi de bitti. Bu durumda herkes de iktidarın politikasını görünce aynı ortak tanıyı koyuyor:

- Türkiye yönetilemiyor.

Zaman zaman her yerde böyle dönemler yaşanabilir. İşbaşında bulunan iktidarlar işi şirazesinden çıkarıp her şeyin denetimini ellerinden kaçırırlar, yanlış tanılarla, ölümcül hataları içeren uygulamalar birlirlerini izler ve sonunda iktidarın sapkınlığı o hale gelir ki felakete karşı umar olması gerekenler, marazın kendisi olabilirler.

Türkiye’nin şimdi içinde bulunduğu görünüm budur.

Şimdi aklından tümüyle feragat etmişlerin dışında kalan herkes, felakete koştuğumuz konusunda görüş birliği halindedir.

Ve çoğunluk bir ağızdan feryat etmektedir:

- Türkiye yönetilemiyor!

***

İzninizle bu görüşe katılamayacağım.

Türkiye yirmi yıldır, iç ve dış odakların elbirliğiyle, gayet ustaca yönetilmekte, belirli bir amaca doğru kurnazca manevralarla yönlendirilmektedir.

Türkiye’nin bugün içine düştüğü yangın yeri, bilerek, isteyerek, gizli gündemi gerçekleştirmeye yönelik olarak uygulanan politikaların yani bilinçli tercihlerin sonucudur.

Birinci amacı, Türkiye’yi tarikatlar ve cemaatler tuzağının kapanına kaptırmak olan, temeli talana ve yağmalamaya dayanan ekonomik politikaların uygulayıcısı güçlerin iktidar olduğu ülkelerde, orman yangınları, yanlış tercihlerin talihsiz sonuçları değil, bilerek, isteyerek seçilmiş bilinçli bir yolun amaçlanmış neticeleridir.

İlk amacı, laikliği yakmak olanlar için, orman yangınları da sineye çekilen, hatta yanmış arazinin imara açılması sonucunda yağma yolunu açık tutan, kaçınılmaz olaylardır.

Eğer amacınız Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet yapısını bozmak ve aynı zamanda bu amaca doğru yol alırken Made in USA ithal milli irade oluşturmak ise onun bunun eli silahlı adamlarına kucak açmakta bir beis görmezsiniz.

AKP, baştan beri, laik demokratik Cumhuriyetin yapısını değiştirmek, laikliği bu topraklardan sürmek, özgürlüğü bu topraklar üzerinde güneş görmez hale getirmek için gayet bilinçli, usta bir yönetim gösteriyordu.

Bu süre içinde Türkiye, iç ve dış iktidar güçlerinin istediği gibi yönetildi. Kafa karışıklığı iç ve dış amaçların doğru saptanamamış olmasından kaynaklandı.

Amacı laikliği, ulus devleti, “Yurtta barış, dünyada barış” politikasını sona erdirmek olan bir iktidarın, bunun tam aksine hedefler peşinde koştuğu yanılgısının yaygınlaşmasını sağlayanlar, Türkiye’nin yönetilemediği yanılgısının yaygınlaşmasını başardılar.

***

Değişikliğin nedeni, saklı gündemli politikaya elverişli olanakların sona ermiş olmasıydı.

Artık amaçlar aşikâr olmuş, kaçınılmaz sonuçlar ayan beyan görülmüştür.

Artık görülmüştür ki Türkiye yönetilemiyor değil, halkın amacına uygun olarak yönetilmiyordur.

Türkiye, iktidarın amacına uygun olarak yönetilmeye çalışılıyor, ancak uyumsuzluk, iktidarı amaçlarının halkın amaçlarıyla artık örtüşmediğini gizleyememesinden kaynaklanmaktadır.

Sözün özü: Türkiye yönetilmiyor, yönetilemiyor değil, tam da düzenin egemeninin istediği biçimde yönetiliyor.







<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 28 Oct 2021 18:19    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:

Kavala... Bir yanlışlık var ama nerede?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 26 Ekim 2021





On ülkenin büyükelçisi ile AKP iktidarını karşı karşıya getiren olayda bir yanlışlık var ama nerede?

“Bu Türkler de insandır, onların da bu yüzden doğan insan haklarından ve demokrasinin nimetlerinden yararlanma hakları vardır” diyenler, Türk Dışişleri’nin sert tepkisiyle karşılaşan keferelerdir. Türklerin de insan olduğunu, insan haklarından yararlanmak haklarının bulunduğunu söyleyenlere kızanlar, zulümlerine yerli ve milli kılıf hazırlamaya çalışanlar, kendisine Türkiye tarafı denenlerdir.

Bu durumda kamuoyunda yaratılmaya çalışılan algı ise “Türkler de demokrasiden yararlansın” diyenlerin, Türklerin de bağımsız, adil yargıdan nasiplerini almasını savunanların, Türkiye’nin içişlerine karışan, bağımsızlığına saygı göstermeyenler; Türklere uygulanan zulmün görmezden gelinmesini isteyenlerin Türkiye’deki yurtseverler olduğudur.

Görülüyor ki roller tümüyle birbirlerine karışmış durumdadır. Burada bir yanlış olduğu kesin ama nerede olduğu belli değil.

Dört yıldır, mahkemeye çıkarılmadan, hakkında iddianame hazırlanmadan tutuklu olarak hapiste bulunan Osman Kavala olayından dolayı çıkan kavgada yanlış nerede?

***

Türk olduğuna bakmayıp Türkiye’de demokrasi konularında görüş açıklayan, Osman Kavala’da mı?

Öyle ya, eğer Osman Kavala da rahip Brunson gibi Amerikalı olsaydı, devletinin müdahalesiyle şimdiye kadar çoktan salıverilip gitmişti.

Dünyada Türk olmak güçtür; bir kısmı önyargıların ürünü olan yanlış algılar yüzünden Türk, dünyanın çoğu yerinde genellikle haksız ayrımcılıklarla karşılaşır.

Başkalarına tanınan haklar ona tanınmaz, işe başvurur alınmaz, bir türlü normal insan yerine konulmaz.

Türk olmak, yabancı diyarda güçtür, Türkiye’de ise daha güçtür. Çünkü bir yabancının, kendi ülkesinde sahip olduğu haklar kadar Türkiye’de sahip olduğu haklara da Türkler sahip değildir.

ABD’li rahip Brunson, Türkiye’deki demokrasi uygulamaları ile ilgili görüş açıkladığı için tutuklanır ama hemen ABD Başkanı’nın müdahalesiyle bırakılır. Türk olan Osman Kavala ise aynı şeyi yaptığı zaman içeri girer ve hakkında yargı kararı da olsa kimse onu çıkaramaz, kimse bu durumu eleştiremez; bu Türkiye’nin içişlerine müdahale sayılır ve Türkiye’deki bağımsız adil yargıya kimsenin dokunamayacağı söylenir.

Türkiye’de ne zaman bağımsız yargıdan söz edilse herkes gülüyor.

Herkes biliyor ki Türkiye’de bağımsız ve adil yargıdan söz edenler bile söylediklerine inanmıyorlar. Türkiye’de bağımsız yargıya müdahale gibi bir fiil, ancak işlenemez suç olabilir. Bağımsız yargı yoktur ki ona müdahale edilebilsin.

Yargı, göbekten iktidara bağlı olunca, verdiği karar da adil yargı kararı olmaktan çıkıp zulüm olur.

Zulmü savunmanın da yerli ve milli gerekçesi olamaz.

Osman Kavala bu durumdadır. Bir zulüm mağdurudur.

***

Ama Osman Kavala’nın en büyük dramı, yalnız zulüm mağduru olmasından değil, mağduru olduğu zulmün yerli ve milli gerekçelerle kendi devleti tarafından uygulanıp savunulmasında, kendi hak aramasının da içişlere müdahale olarak nitelendirilmesindedir.

Yanlışlık, Türk insanının kendi haklarını ve özgürlüklerini gerektiğinde kendi devletine karşı bile savunabilecek demokratik örgütlenme düzeyine erişmemiş olmasındadır.

Daha doğrusu, Türkiye daha önce, bu konuda edinmiş olduğu kazanımları, AKP diktası egemenliği ile yitirmiştir.

Demokrasi ise bir bireyin kendisini kendi devletine karşı bile koruyacak yerli mekanizmaların yerli yerine oturtulmasıyla mümkündür.

Bu durumda da yanlışlık, bu mekanizmaları ortadan kaldıran etkenin kendisinde yani AKP’dedir.

İnanın meselenin özü budur ve gerisi teferruattır.








<


Dernière édition par murat_erpuyan le 26 Déc 2021 16:04; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 26 Déc 2021 16:03    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:


Sovyetler’in sonu Türkiye için fırsattı

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 26 Aralık 2021



Yapımına 1 Aralık 1926’da başlanan ve üç yılda tamamlanan İstanbul Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı’nın bir yüzü Kurtuluş Savaşı’nı, öbür yüzü ise Cumhuriyeti simgeler. İstanbul’da resmi törenlerde, çelenk konan bu anıtın, Kurtuluş Savaşı’nın önderleriyle Sovyetler’in iki seçkin şahsiyeti General Frunze ile Mareşal Voroşilov’un yer alması, örneği ender görünen bir olaydır. Aslında bir ülkenin kendi bağımsızlık anıtında başka bir ulusun kahramanlarının da yer alması gibi pek kolay rastlanmayan bu olayın arkasında iki toplumun emperyalizme karşı verdikleri varoluş savaşındaki yoğun dayanışmaları yatar.



Mustafa Kemal ve Lenin işbirliği Bolşevikler Ankara Hükümeti’ne, silah ve altın rubleyle para yardımı yaparken Ankara Hükümeti de Kafkaslar’da emperyalizme karşı Bolşeviklerin yanında yer tutmuştu.

Moskova’nın Ankara Büyükelçisi S.İ. Aralov, anılarında Lenin’in Mustafa Kemal ve Türkiye’nin savaşı hakkındaki samimi duygularını anlatır. İki ülke önderlerinin gösterdiği yolda yürüyerek her alanda yakın komşuluk ve dostça ilişkilerini dostluk ve saldırmazlık antlaşmalarıyla taçlandırdılar.

Ne var ki 1940’lı yıllarda, Türkiye’nin esir düşen Türk kökenli Sovyet askerlerinin eğitilerek, Stalin rejimine karşı cepheye sürülmeleri operasyonunda yer alması ve dört Alman gemisinin, Montreux Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak boğazlardan geçip Karadeniz’e çıkmalarına göz yumması, Sovyetler’in Şükrü Saracoğlu’nun tam bir skandala dönüşen Rusya gezisi sırasında Stalin yönetiminin Kars, Ardahan ve Batum konusunda ileri sürdüğü (Aynı talepler, ikinci savaş ertesinde Selim Sarper’e tekrarlanmıştır.) talepler yüzünden iki ülke arasında derin bir güvensizlik ortamı oluşmuş; Türkiye o andan itibaren, geleceğini Batı blokunda ve NATO şemsiyesi altında güvenceye almaya çalışırken, Amerikan ve Sovyet blokları arasındaki Soğuk Savaş’ın, Sovyetler’e karşı en önemli kalelerinden biri haline gelerek, Sultan Galiyev’in Bakû kongresinde Lenin’e yönelttiği eleştirileri haklı çıkarmıştır. Türkiye’de, laiklikle yıldızı barışmayan aydınlanmacı Cumhuriyet karşıtı siyasal İslamcıların toprak ağaları ve komprador burjuvazisinin DP çatısı altında gerçekleştirdiği koalisyon başlamadan önce daha CHP iktidarının son yıllarında, ABD önderliğinde “komünizmle mücadele” kisvesi altında sağ Cumhuriyet devriminin temellerini sarsma yönünde, sonu AKP’nin siyasal İslamcı iktidarına varacak olan yolda mesafe almış; bu şekilde aşiretler, şeyhler ve tarikatlar ülkesi haline gelen Türkiye Cumhuriyeti, Soğuk Savaş döneminin en ağır fatura ödeyen ülkelerinden biri olmuştur.

ABD’nin önderliğinde oluşturulan ortamda, iş dünyası, üniversite, siyasal, güçler ve askerlerin işbirliği altındaki cephe, Cumhuriyet devrimine ilk önce eğitim alanında saldırarak işe başlamıştır. Bu arada 1960’lı yıllarla birlikte Soğuk Savaş’ın en şiddetli bölümü geride kalıp görece bir yumuşamanın başlaması, Türkiye ve Sovyetler arasındaki koyu güvensizlik ortamını da biraz gevşetmiştir.

Sovyetler’in dağılması böyle bir ortamda olmuştu ve iki kutupludan çok kutupluya geçen bir dünya Çin faktörünün de eklendiği yeni ana çizgisi, komünizmle mücadele olmayan denklem ile birlikte, ticari ilişkilerinin de arttığı Sovyetler ile yeni ve çok yönlü ilişkileri pekiştirecek bir politikayı geliştirme fırsatı da doğurmuştur.



Türkiye ile Sovyetler’in karşılıklı kazan kazan durumunu da doğurabilecek bu fırsat ne yazıktır ki Ankara’nın bölge için istikrar unsuru oluşturabilecek çok yönlü bir politika yerine yine Amerikan güdümünde, uydu politikasında direnmesi yüzünden bir kez daha kaçmıştır. Öyle görünüyor ki Türkiye, ABD emperyalizminin yörüngesinden çıkamadığı sürece bölgede kimse ile kazan kazan ilişkileri kuramayacaktır.

Montreux bildirisi yüzünden yargılanmalarına başlanacak olan emekli amirallerin davasını bu açıdan ele almak ise olayın iç yüzünü anlamayı kolaylaştırıcı bir etken olur.









<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 31 Juil 2022 1:27    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



‘Fiyatlar Allah’tan’

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 29 Temmuz 2022




Arkadaşımız Sefa Uyar’ın fiyatlar konusunda sorduğu soruya Diyanet’in verdiği özensiz yanıtın,“fiyatlar Allah’tan” diye algılanması; fiyatların oluşmasının piyasa şartlarına bırakıldığı yönündeki özensiz yanıtın, İslamın da fiyat mekanizmasının kapitalizme uygun olarak oluştuğu, piyasada dışarıdan müdahale olmaksızın fiyatların oluşmasını sağlayan, gizli elin hocalar tarafından Tanrı’nın eli olarak kabul edildiği, İslamın değerleri ile kapitalizmin değerleri arasında bir koşutluk bulunduğu şeklinde yorumlanmasını, acele verilmiş bir hüküm olarak kabul edip yadırgayamazsınız.

Olay 21. yüzyılda sorunların çözümünde, fetva kurumuna başvurmak gibi bir davranışın yol açtığı çarpıklıktan başka bir şey değildir.

Her şeyi ile iflas etmiş, umarsız bir iktidarı, din zırhı arkasında korumak çabasının ürünü olarak sorumlusu olduğu Allahlık fiyatlar karşısında, “Fiyatlar Allah’tandır” yanıtıyla sorumsuzluk kalkanı oluşturma çabasındaki üstünkörü acemiliğin böyle anlaşılmalara yol açmış olmasında şaşacak bir yön yoktur.

***

Diyanet’in bu mezbuhane çabası üzerine sokaktaki vatandaşın, “Meğer din de kapitalizmin zırhından başka bir şey değilmiş” yargısına kapılmış olmasının vebali kimde olacaktır?

Dini, siyasi ve ekonomik çıkarlarına alet edenler genellikle, siyasetçinin siyasi sorumluluğunu ortadan kaldırmak için sorumluluğu Tanrı’nın üstüne yıkma yolunu tutmaktadırlar.

“Fiyatları Allah belirler” fetvası içinde bulunduğumuz büyük ekonomik fiyaskonun A’dan Z’ye sorumlusu olan AKP’yi eyleminin hesabını verme zorunluluğundan kurtarmakla yetinmeyip, fiyatlardan ve ekonomik koşullardan şikâyet eden vatandaşı günahkâr ve hain ilan ederek cezalandırmaya kadar varmasından ve hoşnutsuzların seslerinin yükselmesinin önlenmesini amaçlayan yeni baskı mekanizmalarının devreye girmesinden korkulur.

Öyle ya, fiyatları Allah belirliyorsa, onları eleştirmek onlardan yakınmak Allah’a karşı çıkmak olmuyor mu?

Siyasal İslamın genel tavrı budur. O hep, politikacının eyleminin sorumluluğunu Allah’ın üstüne yıkarak, siyasal sorumluluktan kurtulma yolunu ararken garip bir görüntü de çıkarır ortaya. Böylelikle dünyevi işlerin işine gelenin başarısı kendi üstündeyken işine gelmeyenin başarısızlığı da Allah’ın hesabına kaydedilmektedir.

Böylelikle iyilik bizim partiden, kötülük Allah’tan diye bir mantık egemen olmaktadır. Bu abes mantığı yani bütün iyiliklerin bizim partiden, bütün kötülüklerin ise Allah’tan geldiğini kabul ettiniz mi, kimseye hesap vermez; her kötülüğe Allah’tan diye boyun eğilmesini sağlarsınız.

Bütün kötülüklerin Allah’tan geldiği, bütün haksızlıkların O’ndan sadır olduğu bir toplum, hukukun gücünün değil, gücün hukukunun egemen olduğu nefret toplumu olmasından daha doğal ne olabilir ki?

***

Böyle bir düzenin din adına sokuşturulmaya çalışılmasına ise kolayca boyun eğilmeyecek, din adına zorla kabul ettirilmek istenen düzene din adına, doğal olarak karşı çıkılacak, iki tarafın da birbirini dinsizlikle suçlayacağı bir kaos ortamı egemen olacaktır.

Kişisel, ailevi, kurumsal, sınıfsal çıkarı için, kendi sorumluluğunu Allah’a yüklemeye çalışan dinbazın dini değil, nefreti egemen kıldığını, o yüzden bu gibilerin sahte din gösterilerinin ardına gizlenmiş, çıkar manevralarını ıskalamamak gerektiğini söyleyenler haklıdırlar.

Verdiği üstünkörü cevap ile fiyatları Allah belirler algısını oluşturan Diyanet’e sormak isteriz:

- Fiyatları Allah belirliyorsa, onları veya onların oluşma koşullarını eleştirmek, onlara karşı çıkmak da, Allah’a karşı çıkmak olarak günah olmuyor mu?

İşte işin bamteli de burada.









<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 14 Sep 2022 1:24    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Öğretmen-imam?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 13 Eylül 2022 Salı




Eğitim yılı dün başladı. Okul öncesi eğitimden yukarı doğru giden, 18 milyon 108 bin öğrenci, 1 milyonu aşkın öğretmenden oluşan devasa bir makinenin çarkları yeniden dönmeye koyuluverdi. Amacı kesin çizgilerle tanımlanmamış, birbirlerine ters hedefler peşinde koşan, afişe gündemiyle gizli gündemi birbirlerine zıt, kaotik, denetlenmesi mümkün olmayan bir güçtür söz konusu olan.

Bu 18 milyon 105 bin kişilik ordunun çok büyük çoğunluğu için yaşam kavgası, yarışmacı hayat mücadelesi açısından bu eğitim sisteminden bir şey beklemek düştür.

Ürettiğinden çok üreyen ve tüketen talan ve yağma düzeninin Kuran kurslarıyla başlayan eğitim süreci, öğrenciyi dünyadan çok ahrete hazırlama kaygısında olduğundan, yaşam savaşımının kendine güvenen emeğe saygılı, paylaşım kültüründen nasibini almış bireyler yetiştirmekte başarılı olamaz.

***

Oysa, cehalete, karanlığa, gericiliğe, emperyalizme karşı bir meydan okuma olan Aydınlanmacı laik Cumhuriyet başlangıçta varlığını ve büyük iddiasını milli eğitimin sağlamlığına ve başarısına dayamıştı.

Büyük dönüşümün dışında kalan ve ardından Sanayi Devrimi’ni de ıskalayan Türkiye’nin yapısındaki eksiklikleri genç Cumhuriyetin, Kurtuluş Savaşı deneyiminde pişmiş genç yöneticileri, yeni insanı yetiştirerek kapatacaklardı. Cumhuriyetin ulus devlet içinde yaşama geçirmeye çalıştığı yeni insan projesiyle laik milli eğitim, çağdaş Türkiye’nin bel kemiği olacaktı.

Oldu da. Üretime dayalı ekonomik atılımların yanı sıra Cumhuriyet Devrimi ve ilkelerinin, bu kadar yoksul ve imkândan mahrum bir ülkede böylesine çabuk yayılması, Mustafa Kemal’in gerçek askerleri eğitim ordusunun da özverili çalışmasıyla desteklediği milli eğitim sistemi ve kadrosu sayesinde olmuştur.

Genç Cumhuriyet yeni Cumhuriyetçi insanı, o da yeni toplumu olştururken yeni toplum da Cumhuriyetin vatandaşını yetiştirme işlevini yükleniyordu.

Yüzde doksanı okuma yazma bilmeyen, yüzde sekseni köylerde yaşayan, köylü kökenli bir toplumda yol uzun ve güçlüklerle doluydu.

Her şeyin kendi normal seyri içerisinde gelişmesini bekleyecek zaman yoktu. 3 Mart 1924 Tevhidi Tedrisat Yasası ile laik eğitimde başlayan büyük hamlenin sonuçları alınmaya başlanmıştı. Şimdi bir adım daha atıp işin kaynağına, nüfusun ezici çoğunluğunun yaşadığı köylere gitmenin vakti gelmişti. 17 Nisan 1940 çıkarılan yasa ile Köy Enstitüleri kuruldu. Köy Enstitüleri ile eğitim ile ekonomik kalkınma bir araya getiriliyor ve üretirken öğrenen, öğrenirken üretme yöntemi ile enstitüde yetiştirilecek öğretmen köyden başlayacak kalkınmanın, köyün eğitim ve ekonomik gelişme hamlelerinin kilidi haline geliyordu. Kentlerde sanayileşme ile başlayan ekonomik kalkınma ve laik öğretim ile geliştirilen eğitim hamleleri de böylece köye kadar uzanıyordu.

***

Köye kadar uzatılmış olan ekonomik kalkınma ve laik eğitim hamleleri sonuçta öğretmeni toplumsal yaşamın ana ateşleyicisi haline getiriyor ve imamın yerine öğretmeni geçirmeyi planlıyordu.

Ne var ki Köy Enstitüleri gerici tepkiyi de birlikte getiriyordu.

Köy Enstitülerini kuran İnönü yönetimi, ona ilk darbeyi de vurmuş, yerine gelen DP de Türkiye’ye egemen olmaya başlayan Amerikan emperyalizminin hiç istemediği bu kurumları kapatmıştır. Tepki yalnız Köy Enstitülerine yönelmekle kalmamış, milli eğitim içinde Demokrat Parti’nin de iktidara gelişiyle hızlanan bir gerici saldırı dönemi egemen olmuş, girişimler tersine çevrilerek imamın yerine öğretmeni geçirme girişimi öğretmeni imamlaştırma hamlesine dönüşmüş, o gün bugündür milli eğitim imamizasyon (imamlaştırma) çabalarının odağı olmuştur.

Bu durumda rahatlıkla “yeni imamlaştırma yılı başladı” diyebiliriz her halde.







<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 17 Jan 2023 13:32    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Hamakat

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 17 Ocak 2023


Zaman zaman zaman hamakatla karşılaştığımda öfkelenmek ya da kederlenmek yerine seviniyorum. Sevincim ahmaklığın belirli bir grubun veya azınlığın tekelinde olmadığının ortaya çıkmasından böylelikle ulusal utanç taşıma durumundan kurtulma duygusundan kaynaklanıyor.

Bu defa da öyle oldu. İsveç’ten gelen bir haber beni sevindirdi. Aslında bir değil, ikisi de İsveç’in NATO üyeliğiyle ilgili, iki haber söz konusu.

Bilindiği gibi, son zamanlarda komşusu Finlandiya ile birlikte Washington tarafından NATO’ya çağrılan ve bu çağrıya da olumlu yanıt veren İsveç’in üyeliği tıpkı Finlandiya’nın adaylığı gibi Türkiye’nin vetosu yüzünden geri çevriliyor. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın adaylığına karşı çıkmasının nedeni terörist olarak gördügü PKK ve PYD’nin bu niteliklerini reddetmeleri hatta zaman zaman bunlara destek vermeleri. Son olarak İsveç FETÖ davası firarı zanlılarından Bülent Keneş’in ardından dört kişinin daha iadesi konusunda Ankara’nın isteğini geri çevirmişti.

***

Bu ret olayı üzerine İsveç ile Türkiye ilişkileri, karşılıklı açıklamalarla yeniden gerginleşmişti. Gergin hava sürerken bazı kişiler Stokcholm’un tarihi belediye binasının önüne Tayyip Erdoğan’ı temsil eden bir kukla koyup ateşe vermişlerdi.

Bu davranış, olayı ülkesinin NATO üyeliğine sabotaj olarak yorumlayan İsveç Başbakanı Ulf Kriskersson’u çileden çıkarmış. Birinci haber bu. Pek de yadırgatıcı yönü yok.

İkinci haber ise Türkiye’nin İbni Haldun Üniversitesi üçüncü sınıf öğrencisi Fatma Zehra S. bu yaz staj yapma hakkını kazandığı Stockholm Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne başvuruda bulunuyor ve Prof. Per Carlbring’den şu yanıtı alıyor:

“Sevgili Fatma,

Seni misafir etmeyi isterdim. Ancak Türkiye İsveç’in NATO’ya girmesini engellediği için başvurunu reddetmek zorundayım.”

Bu yanıtı alınca beyninden vurulmuşa dönen genç öğrenci, “Bunu sindirmem uzun zaman alacak” diyor.

Gerçekten de anlaması da sindirilmesi de çok güç bir davranış. Genç bir Türk kızının TC hükümetinin kendisini bağlamayan bir siyasi kararı yüzünden hak kazandığı staj hakkından yoksun kılınmasını herhangi bir mantıkla açıklamak mümkün değil. Türk hükümetinin kararının doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir. Ama bir genç Türk öğrencinin eğitim özgürlüğü bu yüzden kısıtlanamaz. Hele İsveç gibi herkesin eğitime erişmesinin yasalarla eşit kılındığı bir ülkede böyle bir davranış kanunen suç da sayılır. Nitekim Stockholm Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkan Yardımcısı Torun Lindholm Ojmyr da bu kanıda.

***

İsveçli bir akademisyen Türk hükümetinin siyasi kararını eleştirebilir ama bu yüzden bir Türk öğrencinin eğitim hakkını kısıtlayamaz. Türk hükümetinin gençlerin staj, eğitim, öğretim haklarının engellenmesi durumunda belirli koşullarda uluslararası kuruluşlara şikâyet hakkı vardır ama Türk hükümetinin tasarrufu yüzünden Türk öğrencinin eğitime ulaşma hakkı engellenemez.

Böyle bir davranış bir akademisyen açısından taşınması güç bir ayıptır aynı zamanda.

Türk hükümetinin İsveç’in NATO üyeliğine engel olmasının acısını genç bir öğrenciden çıkarmaya kalkması ayrıca bir hamakattır.

Burada hamakat sözcüğünün ne anlama geldiğini soracaklar çıkacaktır.

Hamakat düpedüz ahmaklık demek. O zaman neden ahmaklık sözcüğünü değil de hamakatı kullandığım sorulacak olursa ahmaklığın kendisinin bir suç bir eksiklik sayılmayıp ifşasının hapisle cezalandırıldığı bir ülkede daha hafif tepki görmesindendir, diyebilirim.

Her neyse ben İsveçli profesöre bir YÖK üyesini aratmayan davranışı dolayısıyla teşekkür ederim.

Görüyorsunuz, ahmaklık kimsenin tekelinde değil.

Artık bu da ne kadar avutucu bir tesellidir, bilemem.








<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 04 Avr 2023 17:08    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Tek kelimeyle iğrenç

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 04 Nisan 2023


İlk duyduğumda ne diyeceğimi bilemedim. Durdukça içimde büyüyen bir öfke birikti. Tek kelimeyle iğrençti. Efendim, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, cuma akşamı katıldığı bir iftardan çıkarken salondaki büyük halının üstünde duran, aynı desenli bir seccadeye fotoğraf çektirirken farkında olmadan basmış. Vay efendim vay! Seccade üstünde namaz kılındığı için kutsalmış, seccadeye basılmazmış, basmak halkın kutsalını ayaklar altına almakmış.


AKP trollerinin koparttığı vaveyla her tarafı kapladı, eteğini toplayan Kemal Kılıçdaroğlu’na veryansın etti. Kemal Kılıçdaroğlu bir mesaj yayımlayarak seccadeyi görmediği için çok üzgün olduğunu bildirmiş, ailesinin de kendisinin de kimsenin kutsalına saygısızlık etmediğini o fotoğraf karesi üzerinden operasyon yaptıklarını, bu operasyona aldırmadığını açıklamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yol üzerinde bulunan seccadeye görmeden basması üzerine girişilen din istismarıyla adam karalama operasyonu tutmamıştır.

***

Ama saldırılar durmamıştır. Adalet Bakanı olarak nice zulmün vebali altında bulunan Bekir Bozdağ da Kılıçdaroğlu’na saldıran güruha katılmıştır.

AKP destek kaybettikçe, halka bunca yolsuzluğun, arsızlığın, yoksulluğun, hırsızlığın, baskının, ehliyetsizliğin hesabını veremedikçe saldırganlaşmakta, saldırılarında da din sömürüsünü kullanmakta, kutsal kalkanı arkasına sığınmaya çalışmaktadır.

Oynanmaya çalışılan oyun tek kelimeyle iğrençtir. Bunlara gereken yanıt gereken tonda verilmelidir. Din kisvesine büründürülen, kutsal kalkanı korumasına alınan saldırılara mutlaka gereken cevap verilirken hiçbir şekilde savunmaya geçiyormuş havası yaratılmamalıdır.

Bundan sonra dinbaz cephesinden dini alet ederek saldırılar artacaktır. Bunlara yanıt verirken istedikleri oyuna düşmemek ya kulak asmamak ya da oynadıkları dinbazlık oyununu yüzlerine çarpmak ama zinhar kendini savunuyormuş havasına bürünmemek gerekmektedir.

Bu konuda sosyal medya hesabından AKP’nin miting meydanlarında Kuranıkerim’i kullanan fotoğraflarını paylaşan tutuklu eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın üslubu dinbazlara cevap olarak en doğru üsluptur.

Demirtaş, mitingde AKP’nin Kuran’ı kullandığı kareleri gösterdikten sonra şu soruyu sormaktadır:

-Milletin parasını çalmak mı, oy uğruna Kuranıkerim’i pazarlamaya çalışmak mı yoksa seccadeye yanlışlıkla basmak mı günah?

Dinbazlar tartışırken ataklarını yaptıktan sonra tartışmayı karşısındakinin savını açıklamasına meydan vermemek üzere orada kesmek için kutsal kalkanının arkasına sığınmaktadırlar.

Kutsalı olmadık yerlere bulaştıran, kendi çıkarına uygun bulduğu her fırsatta öne süren dinbazın kullanmasına izin vermemek gerekir.

Üstelik de dinbaz kutsal olmayanı da kutsal gibi göstererek insanları etkilemeye çalışmaktadır.

***

Nitekim, emekli müftü Gani Aşık da Kılıçdaroğlu’nun dini konulardaki duyarlılığını herkesin bildiğini, iddiaların ciddiye alınacak bir yanı olmadığını söylerken konu üzerine bir kutsal şalı örtmek isteyenlere de çok çarpıcı bir yanıt vermektedir.

Şunları söylüyor emekli müftü:

-Seccadelerin üzerine secde edilmesi seccadeye kutsallık kazandırmaz. Öyle olsaydı toprağa da secde ediliyor, toprak da kutsallık kazanırdı. Din dürüstlüktür. Din ahlaktır.

Organize yağmadan Kızılay’ın bile nasibini aldığı bir hırsızlık düzeni kuranların din tacirliğine artık inanan kalmadı.

Başka söze ne hacet!








<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 03 Juil 2023 0:45    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Halkına ve devletine karşı meşru müdafaa

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 02 Temmuz 2023



Sevgili,

Cumhuriyet’in yazarlarını hem bilgilenmek hem de keyiflenmek için okuyorum.

Kendimi tutmayıp koyversem, gerek yazı yazarken gerekse sana mektup, hep onlardan söz edeceğim, tabii olmuyor. Ama bugün yine dayanamayıp bunlardan biri olan Özdemir İnce’nin 30 Haziran tarihli yazısına değinmeden edemeyeceğim.

Halkçılığın (o konuyu bir gün ayrıca ele alacağım) leş gibi ayak kokan popülizm ile karıştırılarak yapılan halk dalkavukluğu yıvışıklığının tuzağına düşmeyen yürekli yazar Özdemir İnce 30 Haziran’da Cumhuriyet’te çıkan “Türkiye’de vergi sıralaması” yazısında “Halk benim için kutsal değildir” deyip, nedenlerini de açıkladıktan sonra, hiç eveleyip gevelemeden halkın bilinçsiz bir topluluk olduğunu, dinbazların elinde oyuncak haline geldiğini söylüyor.

***

Bütün bunları yeniden vurgulamaya gerek yok, son “seçimler!” sırasında hepsini gördük. Şimdi yine cehalete, baskıya, zulüme karşı kavga vermek zorundayız. Bu kavga her şeyden önce bilinç, açıksözlülük ve yürek ister.
Halkın cehaletini, bilinçsizliğini, aymazlığını görmek bilinçtir. Neye karşı savaştığımızı bilmek demek olan bilinç, halktaki aksaklıkları gizlemeyi değil ortaya sermeyi gerektirir. Bu yürekli davranıştan kaçmamalıyız. Durumu iyi saptamalıyız ki aksaklıkları giderebilelim.

Egemenlik Cehaletindir, Cehaletin Rönesansı kitaplarının yazarı Özdemir İnce ile aksaklığın temelinde anlaşıyoruz. O da aksaklığı toplumun yeterince üretici olmamasına ve halkın cehaletine bağlıyor.

Evet Türkiye ürediğinden, tükettiğinden daha az üreten yani açıkçası yeterince üretmeyen üretemeyen bir yağma ve talan toplumudur. Yağma ve talanın dizginlerini, yağmaladığının bir bölümünü dağıtarak ellerinde tutanlar ülkeye egemen olurlar. Emekçiler, aydınlar, halkın büyük kısmi ise bunların sultası altında yaşamaya çalışırlar. Bunlar yağma ve talan düzeninin egemenleri ve yandaşı olanlar tarafından kuşatılmışlardır. Son seçimden sonra ortaya çıkan tablo da budur.

***

Yalnız burada, gerçekte muhalefet ile iktidar arasındaki ilişki yüzde 52’ye 48 değildir.

Son seçimlerde muhalefetin kazandığı bölgelerin üretime katkılarına şöyle bir bakalım. Bunun için de ödenen vergi oranlarına göz atalım.

Son seçimlerde Millet İttifakı’nın önde olduğu bölgeler şunlardır:
İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Hatay, Antalya, Tekirdağ. Millet İttifakı’nın kazandığı bu yerlere gidişat öyle gösteriyor ki gelecek yerel seçimlerde az farkla kaybedilen ve oy oranında yükselme gösteren Bursa va Kocaeli de katılacaktır. Şimdi Millet İttifakı’nın kazandığı seçim bölgelerinde vergi tahsilat oranları şöyle: İstanbul yarıdan biraz fazla, Ankara yüzde 11, İzmir yüzde 10.5.

Son seçim sonuçlarına göre Türkiye’deki zenginliklerin çoğunu üretenlerin yani vergi verenlerin yüzde 75’i, vergi yani üretim oranı kendisininkinin beşte biri olanların egemenliğindedir.

Gelecek yerel seçimlerde bu oran daha da eşitsiz hale gelecektir.
Yani şu anda üretenlerin demokrasi ve özgürlük isterken, bunu istemeyen üretmeyenlere ve devletin erklerini ele geçirmiş olanlara karşı meşru müdafaa durumundadırlar.

Zenginlikleri üreten, verginin dörtte üçünü veren; üretmeyip verginin sadece dörtte birini ödeyen yağma ve talancıların sultası altındadır. Bu demokrasi değildir. Geçenlerde önerildiği gibi oyları saymak yerine tartalım bakalım kim üstün çıkar?

Üstelik yağma ve talan cephesi, üretenlere karşı kendi diktasını dayatmaktadır.

Şimdiki durumda Türkiye’nin aydını, Türkiye’nin üreteni, Türkiye’nin demokratı; devleti ve halkına karşı meşru müdafaa halindedir.
Üretenlerin üretmeyenleri yenmeleri ise tarihin kaçınılmaz hükmüdür.





<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Mar 2024 0:37    Sujet du message: Répondre en citant

Citation:



Laiklik nedir?

Ali Sirmen - Cumhuriyet, 06 Mart 2024



Mümtaz Soysal o enfes yazılarından birini şöyle bitiriyordu yıllar önce:

“Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur.”

Haklıydı. Hele siyasal İslamın boy gösterdiği ülkelerde laiklik karşıtları alanı kolayca terk edecek görünmüyordu. Aslında tartışma yalnızca İslam toplumlarına ait değil. Demokrasi söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşamından elini çekmesi gereken din buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmıyordu. Oysa demokrasi büyük ölçüde din ve vicdan özgürlüğü olan laiklik olmadan olamazdı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıydı. Türkiye laiklik ilkesinin anayasasına kayıtlı olduğu üç ülkeden biridir. Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi uzun yıllarda tartışmanın odağı oldu. Ve olmayı da sürdürecek, şu anda da her şeyle tartışma konusu olan Cumhuriyetin en sıcak çatışma alanı.

***

Sanayi Devrimi’ni yakalayamamış olan Türkiye’nin ıskaladığı Rönesans, Reform ve Aydınlanmanın yaşanmadan gündeme girmiş olması egemen din faktörünün Cumhuriyete toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek itirazıyla karşı çıkması kaçınılmazdı. Bu durum hayatın tümünü denetlemek savında olan siyasal İslama özgü değildir ve hiçbir yerde din sivil hayat üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde kimi toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir.

Burada yeri gelmişken bir aldatmacaya değinmek gerekir. Aralarında çok katı bir ast-üst ilişkisi olan dinsel kuruluşlar sivil toplum değillerdir. Nitekim Fransa’da sivil okuldan bahsederken laik okullar kastedilmektedir. O bakımdan laik olmayan eğitimden söz ederken tarikat ve cemaatleri “sivil olarak” nitelemek mümkün değildir.

Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir. Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre laik düzen dinin temellerini ne yadsır ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ladini (din karşıtı değil din dışı, dinle ilgilenmeyen, dinle her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan) de değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez. Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşamın müdahalesine karşıdır. Yani laik düzen din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir. Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması lazımdır. Yani “bir zamanların seçme saçma sorularından biri olan önce laiklik mi yoksa demokrasi mi” sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak müdahalenin menedilmesini sağlamak görevidir laik düzenlerde. O açıdan bir zamanlar kimi sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin şu ifadeleri akla geliyor: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!” Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik olabilirmiş gibi... Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olmayan uygulamalar zaten laiklik değildir.

***

Laik düzende devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık (nötarite) yalnızca buna saygı göstermek, inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek halinde laiklikten söz edilemez.

Bu durumda önde gelen isimleriyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu bizzat kendi kararıyla sabit bulunmuş olan AKP’ye karşı yaptırım olarak Hazine yardımının azaltılması gibi ihlal fiilinin ağırlığı ile orantılı olmayan ve herhangi bir caydırıcı yanı da bulunmayan kararlar verilen ülkelerde laikliğin gerçekten korunduğu söylenemez.



<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
murat_erpuyan
Admin
Admin


Inscrit le: 30 Jan 2006
Messages: 11178
Localisation: Nancy / France

MessagePosté le: 18 Mar 2024 0:52    Sujet du message: Répondre en citant

Ve bilge adam Ali Sirmen de gitti...

2009 da açtigim bu dosyada enfes yorum ve goruslerini paylasmamanin eksiklik olacagini dusunerek beni en etkilyen kose yazilarini buraya koyuyordum.

Ruhu sad olsun, Ali Sirmen yazilariyla hep bizimle olacak.




https://vu.fr/LPzE



<
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
SelimIII
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 30 Aoû 2007
Messages: 2996
Localisation: Paris

MessagePosté le: 18 Mar 2024 13:20    Sujet du message: Répondre en citant

Koca bir çinardi Ali Sirmen.

Makaleleri zeka ve incelik urunuydu burada belirtildigi gibi "enfes irdelemeler".


Allah rahmet eylesin.



.
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
cengiz-han
V.I.P
V.I.P


Inscrit le: 12 Jan 2008
Messages: 13616
Localisation: Paris

MessagePosté le: 19 Mar 2024 2:31    Sujet du message: Répondre en citant

Üzüldüm tabii, evet Murat hakli : il était un sage... Yazilari incelikle dolu bilgece yazilmis makalelerdi. Pazarlari "Sevgiliye" diye esi Mine'ya ithaf ettigi kose yazilarini pek severdim.

Ve tabii GSL'den Agabeyimizdi. Lisedeyken 400 m kosusucusuymus.

Yazilari onu hapishaneye de dusurdu, iktidarlar hep boyle bilge kisilerden çok korktu, kalemin gucunu Ali Sirmen gibiler iktidarlara hatirlatti.

Cumhuriyet Gazetesi Ugur Mumcu'dan, Ahmet Taner Kislali'dan... sonra bir çinarini daha kaybetti.


2019 senesi Galatasaray Odulu'nu alirken...


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3 ... 19, 20, 21
Page 21 sur 21

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.