127 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2267

Actuellement :
Visiteur(s) : 127
Membre(s) : 0
Total :127

Administration


  Derniers Visiteurs

murat_erpuyan : 5 jours
administrateu. : 5 jours
Asa : 5 jours
duygu : 5 jours
SelimIII : 9 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Can Baydarol'dan mektuplar...
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Can Baydarol'dan mektuplar...
Aller à la page Précédente  1, 2, 3
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 18 Aoû 2023 12:13    Sujet du message: Répondre en citant

Yine, yeniden gümrük birliği

Can Baydarol



Biliyorum konu sevimsiz. “İçinden yazmak geliyor mu?” diye sorarsanız, yanıtım “hayır.” Ama konu önemli. Bir kaç haftadır eşimin geçirdiği talihsiz bir görünmez kaza nedeniyle ara vermek zorunda kaldığım son yazılarıma küçük bir referans vermek gerekirse, Türkiye AB ilişkilerinde yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu belirterek bu yeni dönemin getirdiği risklerin altını çizmiş, bundan sonraki aşamanın gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi konuları ile sınırlı olacağını vurgulamıştım.

Yine sözkonusu yazılarımda 1963 Ankara Anlaşmasının özelliklerinin gözden kaçırılmaması gereğini yeterince vurguladığımı düşünüyorum.

Kaygılarımı bir yana bırakırsak, mevcut gümrük birliğinin aksayan ve güncellenmesi gereken unsurlarını bu yazıda ele alma çabasına girelim.

- AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarına (STA) Türkiye’nin otomatik olarak taraf olamaması sorunu
Bu bağlamda Türkiye’nin en önemli şikayeti, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarına Türkiye’nin otomatik olarak dahil edilmemesi olmuştur. Bu anlamda kendi ürünlerini AB menşei aldıktan sonra otomatik olarak gümrük işlemlerinden muaf Türkiye’ye sokabilen sözkonusu üçüncü ülkeler, Türkiye’ye aynı ayrıcalığı tanımamak için anlaşma zeminini yokuşa sürmeyi tercih ettiler. Bu konuda daha fazla istişari işbirliğinin ne getireceği tartışma konusudur. Türkiye taleplerini sürekli olarak yenilese de bugüne kadar herhangi bir iyileştirme gerçekleşmemiş, bundan sonra sürecin nasıl iyileştirilebilceği konusu önemli belirsizlikler içermektedir.

- Tarım ürünlerinin gümrük birliğine dahil edilmesi.
Mevcut gümrük birliğinin sanayi ürünleri ve işlenmiş tarım ürünlerinin sanayi katkısı ile sınırlı tutulmasının gerekçesi AB’nin ortak tarım politikasıdır. Eğer tarım ürünleri de gümrük birliğine dahil olacaksa, Türkiye’nin AB’ye paralel bir tarım politikası izlemesi gerekir ki; AB’nin tarım bütçe olanaklarından yararlanmaksızın, tarım ürünlerine yüksek sübvansiyon anlamına gelen bu politikayı özellikle mevcut ekonomik koşullarda Türkiye’nin üstlenmesi hemen hemen imkansızdır.

- Hizmetlerin gümrük birliğine dahil edilmesi.
Bu noktada AB hukuku kapsamında hizmet kavramının esas itibarı ile işçilerin ıdşında kalan, yani bordroya tabi olmaksızın bir ücret karşılığında mesleklerini ifa eden kişiler olduğu anlaşılmaktadır. (Doktor, mühendis, hukuk danışmanları, vb.) Kişilerle ilgili olarak diplomaların karşılıklı tanınması sorunu önemli bir engl-el olarak görülmekteyse de, son zamanlarda özellikle nüfusu giderek yaşlanan ve çalıştırılacak genç nüfusu azalan Almanya’nın mevcut koşulları esnetme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.

Hizmetlerin serbest dolaşımının bir diğer ayağı makro ekonomik kavram olarak anladığımız hizmet sektörleridir. Esasen bu noktada zaten hizmet serbestisinin varlığından bahsedilebilir (bankacılık, sigortacılık, vb.). Bununla birlikte çok sorunlu bir AB talebinin “kamu ihalelerinin karşılıklı açılması” olduğu dikkate alındığında, ülkemiz içinden gelecek reaksiyonların ne olabileceği aşikardır. İhale kanunun 300’e yakın değişikliğe uğratıldığı dikkate alındığında, adrese teslim ihalelerin bu vesile ile ortadan kalkacağı ve nihayet siyasetin finansmanının sekteye uğrayacağı düşünülürse, gümrük birliğinin güncellenmesinin lafta kalacağı endişesi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Doğruluğundan tam olarak emin olmamakla birlikte Sayın Davutoğlu’nun başbakanlık koltuğunu kaybetmesi hikayesinin arkasında gümrük birlğinin güncellenmesi ve dolayısı ile kamu ihalelerinin tartışmaya açılacağı endişesinin yattığı rivayeti de dolaşmaktadır.

Konu sıkıcı ve teknik… Ama çok fazla gelecek hikayenin de temelini oluşturma potansiyelinde.

Devam edeceğiz.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 20 Oct 2023 2:01    Sujet du message: Répondre en citant

Trajedi

Can Baydarol



Hamas’ın yaptığının affedilir tarafı yok. Hangi nedenle olursa olsun izah edilemez. İsrail’in karşılığı olsa olsa insanlığa karşı suçun daniskası. Hamas’ı kınayıp, İsrail’e ses çıkarmamak, aksine sonuna kadar yanındayız mesajları vermek ayıp kavramına ayıp.

Belki yıllar sonra Hamas’I bu saldırıyı yapmaya kimin ya da kimlerin ittiğini öğreneceğiz. Ama sonuçta olan masum kadın erkek sivillere, çocuklara oluyor. Peki İsrail bütün Filistinlileri Gazze’den sürse Ortadoğu’ya barış gelir mi? Asla. Peki Hamas esas büyük zararı kendi halkına verdiğinin bilincinde mi? Bilincine varsa ne olur, varmasa ne olur, iş işten geçti. Bu arada Rusya Ukrayna savaşı bitti de bizim mi haberimiz yok!..

En kötü insan huyu, insanlık trajedilerine alışmak, vahşetin haber değerinin giderek sıradanlaşması, değer yitirmesi olsa gerek.

Bütün bunlar olup biterken bir heyetle birlikte, kısa süreliğine, bir dizi toplantıya katılmak üzere Brüksel’e gitmiştik. Son Brüksel ziyaretimizde, 24 Şubat 2021’de Rusya Ukrayna ile savaş başlatmıştı, bu gittiğimizde de Hamas İsrail’e saldırdı. Bunu dile getirdiğimizde bir kara mizah olarak, “aman bir daha buralara gelmeyin, ayağınız uğurlu gelmiyor” dediler. Ben de cevaben “gelmememizi istiyorsanız Türkiye’yi AB’ye üye yapıp sorunları çözün, bir daha buraların hava sahasından bile geçmem !” dedim.

Dünya’nın içine girdiği kaotik süreç galiba Türkiye – AB ilişkilerinde az da olsa işbirliğine geri dönüşe katkı sağlayacak.

Doğrusunu söylemek gerekirse Brüksel’e gederken ilişkiler adına oldukça karamsar bir tabloyla karşı karşıyaydık. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Sanchez Amor hazırladığı raporda, Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin tam üyelik rayından çıkartılmasını talep etmiş, Parlamento raporu büyük bir çoğunlukla genel kurulunda kabul etmişti.

Daha önce farklı mecralarda yazdığım yazılarda, bu önerinin asla kabul edilemeyeceğini, AB ile ilişkilerimizin hukuki temelini oluşturan 1963 Ankara Anlaşmasından tam üyelik hedefinin çıkartılması halinde, mevcut gümrük birliğini dahi ortadan kaldırabilecek şekilde Ortaklık Konseyi kararlarının bütününün geriye yönelik olarak tartışmaya açılabileceği tehlikesine dikkat çekmiştim.

Anlaşıldığı kadarıyla Avrupa Komisyonu da bu tehlikenin farkına varmış. Komisyon yetkilileri öncelikle Sanchez Amor’un raporunun 2022 Komisyon Raporunu dikkate alarak kaleme adığını (zehir zemberek bir rapordu), ne Amor’un, ne de oylayan parlamenterlerin ilişkilerin teknik doğası ile ilgili hiçbir bilgilerinin olmadığını, o günün algısına bağlı olarak kendi seçmenlerinin hoşuna gidecek şekilde davrandıklarını belirttiler.

“Peki bu seneki raporunuz nasıl olacak ve ardından ne bekleyebiliriz?” sorusuna cevap olarak da, “tabii ki siyasi konularla ilgili eleştirilerimiz olacak, ancak Türkiye’nin kaybedilmemesi adına bir dizi işbirliği alanlarına yer verip, yarıda kalan işlerimizin tamamlanması gereğinin altını çizeceğiz” şeklinde konuştular.

Yarıda kalan işlerin başında “gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisinin kademeli olarak gerçekleştirilmesi” geliyor. Aslında her iki alan da çok kolay alanlar değil.

Gümrük birliğinin güncellenmesi çok uzun sürebilecek bir müzakere sürecini beraberinde getirebilir. Vize serbestisi ise bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Schengen vizesi almaksızın AB ülkelerine gitmesinin önünü mevcut koşullarda açabilir gibi gözükmüyor. Daha ziyade bazı meslek gurupları için vize kolaylığı demek daha uygun. Örneğin iş insanları, akademisyenler, öğrenciler, gazeteciler, uluslararası mal ve insan taşıyan şoförler gibi. Hem daha kolay hem de uzun süreli vizelerin verilmesi sözkonusu olacak.

Avrupa Komisyonu’nun bu raporu Kasım ayı içinde yayınlanacak. Yalan söylemeyeyim, son okuduğum Komisyon raporu 2011 tarihliydi. 12 yıl aradan sonra merakla okuyacağım ilk rapor olacak.

Ardından AB hükümet ve devlet başkanları (AB Konseyi) Aralık ayında bir araya gelecek ve Konsey nihai bildirisinde Komisyon raporunu esas alarak Türkiye ile ilgili bir kaç paragrafa yer verecek.

Önümüzdeki günler hareketli geçeceğe benziyor. Fırsat buldukça sizler için değerlendğrmeye devam edeceğim.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 27 Oct 2023 12:31    Sujet du message: Répondre en citant

Nafile

Can Baydarol



Savaş bütün şiddetiyle iki cephede de devam ediyor. Kuzey’dekine alıştık, bütün dikkatimiz Güney’de. Doğal olarak Güney bizi daha çok ilgilendiriyor. Uzun süredir sakin kalmayı başaran dış politika çizgimiz ne yazık ki vahşet görüntüleri arttıkça, iktidar ortaklarının sabırlarını taşırmaya yol açtı. Önce Sayın Bahçeli sapan ve taşla Gazzeye yürüyebileceğini ifade etti, ardından Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanların en sert çıkışını yaparak açıkça Hamas’I desteklediğini beyan etti.

Hepimiz İsrail’in tutumunu lanetliyoruz. Kadın, erkek, çocuk, bebek demeden yapılan cinayetlerin artık bir soykırım boyutuna erdiğini görmeyen kalmadı. En basit ifadesiyle “senin atalarının uğradığı lanet olası soykırım, senin başkalarına aynı muameleyi yapmanı asla haklı çıkarmaz!” Ancak Hamas’I haklı görmek, kendi soydaşlarını ölüme sürükleyen ve İsrail ile ABD’nin Ortadoğu hedeflerine varması için yaptığı eylemi kabul etmek de mümkün değil. Kaldı ki Dışişleri Bakanı’nın garantör olma, hadi olmadı diyelim arabuluculuk rolünü üstlenme istemi ancak bu şekilde baltalanabilir.
Devlet adamlığının gereği olarak dış politika, hele bu kadar hassas dönemlerde, duygular üstünden değil, gerçekler ve ülke çıkarları üstünden okunmak zorundadır.

Bu arada “kimin yerinde olmayı hiç istemezdin?” diye birisi bana sorsa cevabım kesinlikle Mehmet Şimşek olurdu.

Büyük umutlarla Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen Şimşek, sanki elinde sihirli bir değnek varmışçasına ülkeden ülkeye koşup para arıyor, ne yazık ki eli boş geriye dönmek zorunda kalıyor. Tamam Merkez Bankası’nın politika faizi artırma kararlarıyla kısmen ne idüğü belirsiz heterodoks politikalardan vazgeçip, ortodoks politikalara dönüş sinyalleri var olmasına var da, peki yapısal reformlar ne olacak? Sayın Şimşek’in yetki alanında yapısal reform yapabilme yer alıyor mu? Yani siyasi gücü hukuk sahasını düzeltmeye yetiyor mu? Yoksa Bakan olmaktan ziyade iyi bir ekonomi bürokratı, teknisyeni olmakla sınırlı bir görev tanımı içinde mi hareket ediyor?

Gelen iyi haber Can Atalay’ın durumu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin kararı oldu. Bu kararın ilk derece mahkemesine bildirimi ile birlikte, Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerekiyor. Peki Adalet Bakanı’nın “hele gerekçeli kararı görelim, sonrasında bakarız” mealindeki sözleri, doğan bir umudun derhal imha edileceğini düşündürtmüyor mu?

Kabul edelim, Kuzey’deki ve Güney’deki savaş ortamı ülkemizin önemini misliyle artırıyor. Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya açılan kapıların tam ortasındayız ve Kuzey yolları ile Güney yolları kapalı. Şu an için tek güvenli bölge Türkiye. Normal koşullarda bu görünüm altında Türkiye’ye sermaye yağmasını beklersiniz. Peki neden gelmiyor? Neden Şimşek sürekli eli boş, nafile bir uğraşın sonunda geri dönüyor?

Sorun hep aynı sorun, Türkiye’ye karşı uzun süredir var olan güven erozyonu bütün şiddeti ile devam ediyor.

Güven tekrar tesis edilebilir mi?

Bu koşullar altında maalesef zor.

“Cumhuriyetimizin 100üncü yılında bu duruma neden düştük?” sorusunu ise sadece kişiler üstünden tartışma kolaylığından da mutlaka kaçınmak gerekiyor. Burada kollektif bir sorumluluğun varlığına dikkat çekmek gerekiyor.

Neyse, enseyi daha fazla karartmaya gerek yok.

Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Bizler tabi ki göremeyeceğiz ama Bayramımızın coşkuyla kutlanacağı nice yüzyıllara.

İsrail’I telin mitingine katılacakların, Cumhuriyeti kutlama şenliklerine de katılması temennisi ile.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 31 Oct 2023 3:42    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhur Cumhuriyete sahip çıkınca

Can Baydarol


28 Ekim 2023 günü önemliydi.

Yurdun dört bir yanından gelen organize kıtalar, İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırımı telin etmek için Atatürk havalimanında bir araya geldiler. İsrail’in yaptığının bir insanlık suçu oluşturduğu kesin. Ama bunu söylerken açık bir şekilde Hamas’ın arkasındayız mesajı da çok yanlış. Neyse, bu konudaki düşüncelerimize daha önce bu satırlarda yer vermiştik. Kendimizi tekrar etmeye gerek yok.

29 Ekim 2023 günü çok daha önemliydi.

Cumhuriyetimizin 100üncü yılının nasıl kutlanacağı konusunda iktidar cephesinin çok fazla hevesli olmadığı, Gazze’de yaşananlar bahanesinin arkasına sığınılarak mümkün olan en alt düzeyde kutlamaların geçiştirileceği havası hakimdi. Hatta bazı büyükelçiliklerde resepsiyon verilmemesi sözkonusuydu.

Ama anlaşılan cumhur öyle düşünmedi. Sabahın ilk ışıklarından gece yarısına kadar eline bayrağını alan sokaklara döküldü, Cumhuriyetine sahip çıktı. Devlet erkanı istediği kadar Cumhuriyeti ve Atatürk’ü önemsememek için gayret gösterse de, cumhur hem Cumhuriyetine, hem de kurucu lider Atatürk’üne sonuna kadar sahip çıktı.

İstendiği kadar donanmanın İstanbul Boğazı’ndan geçişi teamüllere aykırı olarak Vahdettin köşkünden selamlansın, cumhur selamlamanın yapılması gereken Dolmabahçe Sarayına akın akın gitti, ATA’sının hayata gözlerini yumduğu odanın kapısını bir an bile boş bırakmadı.

Anıtkabir görüntüleri ulusuna laikliği, akıl ve bilim yolunu armağan eden büyük liderin asla hafızalardan silinemeyeceği gerçeğini açıkça gösterdi.
Kısaca 100üncü yıl kutlamaları, ne kadar engellenmek istenirse istensin, büyük çoşkuyla kutlandı. Özellikle gençlerin Cumhuriyete ve Atatürk’e bunca sahip çıkmaları gelecek açısından umutlanmamıza da neden oldu.
Bir gün önceki organize edilmiş birliklerin yerini, kendiliğinden organize olmuş insan yığınları aldı.

Atatürk’ten söz etmişken…

Bizim kuşağın çocukluk ve gençlik yıllarımız darbeler tarihi gibidir. İki yaşındayken pek hatırlamasam da 1960 darbesi oldu. Tek hatırladığım üzgün babamın çok sevdiği subay üniformasını bir daha giymemek üzere dolaba astığı. Babam EMİNSU olmuştu.

Ardından 1970 darbesine çocuk yaşımda tanıklık ettim.

1980 darbesi ise gençlik yıllarıma denk geldi.

Özellikle 80 darbesinin mimarı Kenan Evren bize aykırı gelen her eylemini Atatürk devrimlerine bağladıkça, ne yalan söyleyeyim bizim kuşakta ciddi bir Atatürk alerjisi oluşmuştu. Alerjinin kaynağı Atatürk değil, 12 Eylül 1980 rejimiydi.

Tekrar bugünün gençliğine ve Atatürk sevgisinin yükselişine dönersek.
Akıl ve bilim yolundan uzaklaşmanın, devlet yönetimindeki mantıksızlıkların Atatürk sevgisinin yaygınlaşmasına neden olduğu çok açık.

Peki bu kadar kimsenin organize etmediği insan yığınları sokağa dökülürken, bu yığınları organize etmesi beklenen muhalefet nerede?

Bir arkadaşıma bu konuyu açtığımda, “oğlum onlar iktidara değil, kendi kendilerine muhalefet etmenin kendi misyonları olduğuna inanıyorlar!” dedi.

Neyse enseyi karartmaya gerek yok, umarım Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı birincisinden çok daha iyi geçer. Akıl ve bilim yolunu ön plana çıkarttıkça, bu temenninin gerçeğe dönüşmemesi için hiç bir neden yok.

Bu arada gözden kaçmış olabilir, yurt dışından yapılan kutlamalarda özellikle AB kanadının “Tam üyeliğe aday ülke Türkiye…” ifadesine yer vermesi dikkat çekiciydi.

Bekleyip göreceğiz.





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 07 Nov 2023 2:22    Sujet du message: Répondre en citant

CHP değişir mi?
CHP değişirse Türkiye değişir mi?
Türkiye değişirse Dünya değişir mi?

Can Baydarol



CHP kurultayını yaptı. Büyük bir ilgiyle izlediğim kurultayda ilk gözlemlerim:

- Kılıçdaroğlu çok yıpranmıştı, konuşmasında bu yıpranmışlığın izleri fazlasıyla vardı.
- Özel heyecanlıydı, değişimi ne kadar anlattığı bilinmez ama seçimin galibi çıkacağı belliydi.
- Sonuçta Kemal Bey’in daha hakettiği bir jübile ile Genel Başkanlığı devretmesi beklenirdi, ikinci tura gidilmesi Kemal Bey cephesi için hataydı.
- Kemal Bey’in “hançer” metaforu ile yerel seçimlerde her türlü ittifaka kapıları kapatması, büyük şehirlerde belediyelerin kaybedilmesi algısını yarattı.
- Özel’in seçilmesine herhalde en fazla, kendisini destekleyen İmamoğlu sevindi. Hatta bu seçimi İmamoğlu’nun kazandığını öne sürenlerin sayısı az değil.

Yukarıda sıraladıklarım hafta sonu izleyebildiklerimin ana başlıkları.

Gelelim bu yazının başlıklarına.

CHP değişir mi?

Özgür Bey ve destekleyenleri “değişim” diye yola çıktıklarına göre, değişmesi gereken CHP’yi herhalde bizden daha iyi biliyorlardır.

Ama bazı gerçekleri bir kaç kez yenilemekte yarar var.

Öncelikle 100üncü yıl Cumhuriyet bayramı sırasındaki halk çoşkusu ile Cumhuriyet’in kurucu partisi arasında ciddi bir uyuşmazlık sorunu olduğu açık. Yakın çevremde CHP’ye oy verenlerin pek çoğunun başka alternatif olmadığı için oy verdikleri, oy verirken kafalarının arka planında sinkaflı sözlerin yer aldığı, bu oyları alanların da sanki bir başarı öyküsüymüş gibi koltuklara yapıştıkları algısı düne kadar çok yüksekti.

Özgür Bey’in mutlak surette bu algıyı kırması gerekir. Sandığa gidecek CHP tabanının küfür ederek değil, sahiplenerek oy kullanmaya gitmesi yapılması gereken işlerin başında geliyor.

Bugün Türkiye çok zor bir paradigmanın içinde yaşıyor. Gerek uluslararası sorunlar, Kuzey’imizde ve Güney’imizdeki savaş koşulları, gerekse içine girdiğimiz ekonomik kaos ortamı bugüne kadar görülmemiş sıkıntıları vatandaşlarımızın sırtına yüklemiş vaziyette.

Yaşadığımız bütün sıkıntıların temelinde ise “güven” kavramı yer alıyor. Gözlemleyebildiğimiz kadarı ile Türk insanı hiç bir şeye güvenemiyor ve son aşamada da özgüvenini yitiriyor. Peki en güvenilmeyenlerin başında kim yer alıyor? Hiç kuşkusuz siyasetçiler.

Eğer CHP değişecek ise, mutlak surette güvenilir bir algı yaratmak, bu güvenin içini doldurmak zorunda. Kolay mı?

Bekleyip göreceğiz. Hiç kolay değil ama enseyi de karartmamak lazım.
CHP değişirse Türkiye değişir mi?

En azından mevcut görünüme bakıldığında bugünden yarına pek olası gözükmüyor. Mevcut anayasal düzen ya da düzensizlik, parlamentonun mevcut durumu, vs. dikkate alındığında, 2028 seçimlerine kadar çok fazla umut taşımamıza imkan tanımıyor.

Ama ortada bir ara hedef var. Yerel seçimlerdeki başarı ya da başarısızlık farklı dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bu bağlamda mutlak surette seçim ittifaklarından vaz geçilmemesi, hukukun üstünlüğünün tamiri için en üst perdede mücadele verilmesi (beyhude olsa bile), soframdaki ekmek ile hukukun ne ilişkisi var diye soran ortalama vatandaşta farkındalık yaratılması ilk akla gelenler.

Haksız yere siyasi gerekçelerle tutuklu kişilerin varlığı sözkonusu olduğu sürece, Türkiye’ye bırakın sermaye girişini, sermaye kaçışının tetiklendiği doğru anlatılabilmeli.

Değişecek CHP, hemen olmasa bile Türkiye’nin de pozitif yönde değişmesini sağlayabilir.

Türkiye değişirse Dünya değişir mi?

Kuzey’imizde ve Güney’imizde yaşanan savaşların ortaya çıkardığı insanlık trajedilerini hep beraber izliyoruz ve korkarız daha uzun sürede izlemeye devam edeceğiz. Türkiye’nin izlediği dış politikaya baktığımızda, bazen devlet aklı devrede diye düşünsek de, ardından ideolojinin galebe çaldığı açıklamalarla karşı karşıya geliyoruz.

İsrail’i insanlığa karşı suç işlemekle suçlamak ne kadar doğruysa, Hamas’a sahip çıkmak o kadar yanlış. Bu konudaki düşüncelerime daha önce bu köşede yer verdiğim için lafımı fazla uzatmayacağım. Sadece bu görünüm altında Türkiye’nin uluslararası platformda “güvenilmeyen, yarın ne yapacağı belli olmayan ülke” olarak algılandığının altını çizmekle yetinelim.

Oysa günümüz koşulları altında Türkiye’nin stratejik önemi misliyle artıyor. Türkiye dünya barışı için rol oynayabilecek ülkelerin başında gelirken, ne yazık ki dış politikanın gerçeklerinden uzak söylemlerle bu rolü oynayamıyor.
Enerji kaynaklarının geçiş yolunun tam merkezinde, Batı ile Uzakdoğu tedarik zincirinin tek adresi niteliğindeki Türkiye çok daha fazlasını hak ediyor.

CHP’deki değişim rüzgarı Türkiye’yi pozitif yönde değiştirir mi? Bu değişim Dünya’daki değişimi yine pozitif yönde tetikleyebilir mi?

İzlemeye devam edeceğiz.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 08 Nov 2023 20:56    Sujet du message: Répondre en citant

Fırsat tepmek
Can Baydarol



Hareketli bir hafta sonu geçirdik. Hareketli bir haftaya başladık.

CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’e Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın salvoları hemen geldi. Özel’in kurultay konuşmasındaki selamları, terörizme ve teröristlere destek olarak nitelendirildi ve “yok birbirinizden farkınız!” diye Kılıçdaroğlu ile Özel aynı mertebeye indirgenerek değerlendirildi. Bu noktaya yazımızın sonunda tekrar geleceğiz.

Yine hafta sonu Türkiye’ye gelerek, haftanın ilk iş gününde Dışişleri Bakanı Fidan’la biraraya gelen ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’den ayrılırken yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi.

Blinken’ın Türkiye’ye gelişinde yaşanan gariplikler bir yana (gelecek mi? gelmeyecek mi?), karşılanışının vali yardımcısı seviyesinde yapılması esasen hoş olmayacak bir temasa işaret eder nitelikteydi. Yaklaşık 2 saat süren görüşmenin ardından ortak bir açıklamanın yapılmaması hoşnutsuzluğun kanıtı olarak algılandı.

Ama Blinken Ankara’dan ayrılırken hava alanında yabancı basına yaptığı açıklamalar, görüşme ile ilgili önemli ipuçları verdi. “Gazze’den sivillerin çıkartılması konusunda önemli görüşmeler yaptık!”

Gazze’den tahliye edilecek sivillerin kaçının adresinin Türkiye olacağı konusunda şimdilik rivayet muhtelif. İnsanlık dramının müsebbiplerinin yükünü yine Türkiye mi çekecek? Bilemiyoruz.

Bütün bunlar olup biterken, aynı sıralarda Avrupa Merkez Bankası ilgi çekici bir anket açıkladı. Çok uluslu işletmelerle yapılan bu anket, küresel üretim ve tedarik zinciri riskleri ile ilgili olarak önümüzdeki 5 yıl içinde jeopolitik risklerin etkilerini incelemeyi amaçlıyor.

(Bkz.
https://www.ecb.europa.eu/pub/economic-bulletin/focus/2023/html/ecb.ebbox202307-01-2a0bcf0b48.en.html)

Bu anket ya da araştırma önemli ipuçları veriyor. Artan jeopolitik risklerin sonucu olarak, çok uluslu işletmeler özellikle Çin’den AB komşu ülkelerine doğru çekilme eğiliminde olacak. Anketin yapıldığı dönem itibarı ile jeopolitik risk olarak Rusya-Ukrayna savaşı ile Çin’in yayınlanan son NATO belgesinde potansiyel tehdit olarak yer alması dikkate alınmış. Diğer ifadesi ile İsrail-Filistin savaşı henüz patlak vermemiş.

Batı ile Doğu’yu bağlayan tedarik zinciri yolları dikkate alındığında, Kuzey hattı Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle kapalı. İnşası düşünülen Hindistan’dan başlayıp Suudi Arabistan üzerinden AB’ye ulaşacak (Türkiye’yi by-pass’layarak) Güney hattı da daha başlamadan bitti gibi. Dolayısı ile tek yol Türkiye üzerinden geçen orta kuşak hattı. Bu görüntü Türkiye’nin gerek başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkelerindeki yatırımların yeni cazibe merkezi haline gelmesi için ne denli önemli hale geldiğini göstermez mi? Ama durun, hemen heyecana kapılmayın. Ankete göre tedarik zinciri riski yaratan ülkeler sıralamasında Çin, ABD, Tayvan, Hindistan, Rusya ve Türkiye yer alıyor.

Peki neden riskli ülkeyiz?

Kendimizi her an sıcak bir çatışmanın içinde bulabileceğimizden ötürü mü? Ankete yanıt verenler bu ihtimali de düşünmüş olabilirler. Esasen Güneydoğu sınırımızda 30 yılı aşkın süredir vekillerle savaş halindeyiz. Ama bu durum geçtiğimiz yıllarda önemli yabancı yatırımlarının Türkiye’ye gelmesini engellemedi.

Pek çok uzmanın da belirttiği gibi esas risk, hukukun üstünlüğünü gözeten ülke olmaktan giderek daha fazla uzaklaşmamız.

Bırakın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamayı, Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamayan birinci derece mahkemelerinin olduğu bir ülkeye yabancı yatırımcının güvenmesi nasıl sağlanabilir?

Mesele Sayın Cumhurbaşkanı’nın “yok birbirinizden farkınız!” söylemindeki iç politika polemiği değil, Türkiye’nin içine girdiği ekonomik darboğazdan nasıl çıkabileceği meselesi. AİHM kararlarına uyulacağı ve dolayısı ile hukukun üstünlüğüne saygının yolunun açılması meselesi.

Bu olmadığı takdirde Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek şu en uygun ortamda yabancı sermayeyi çekmek için beyhude dolaşır durur. Blinken ile kabul edilecek Filistinli başına şu kadar para pazarlıkları yapıla gider.

AB bu verilerin ışığı altında yeni genişleme dalgasını, şu an için AB’nin dışında kalan Balkan ülkelerine doğru başlatma eğilimini beyan ederek, çok uluslu işletmelere yeni adres göstermenin peşinde değil mi?

Umarım değişim rüzgarlarını arkasına alıp partisinde iktidara gelen Özgür Bey’de nelerin değişmesi gerektiğinin farkındadır. Görüş açılarımızı değiştirmeden fırsat tepmeye devam ederiz endişesindeyim.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 20 Nov 2023 17:46    Sujet du message: Répondre en citant

Avrupa, Avrupa duy sesimizi!..

Can Baydarol


Hareketli bir hafta geçirdik. Hafta içinde aldığım notları şöylesine sıralamakla bu yazıya başlamak istedim. Aslında her bir not başlı başına bir yazının konusu olabilirdi.

Önce “Türkiye’de hukuk kaldı mı?” diye sorduk, anayasa tartışmalarını izledik. Sayın Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi Yarargıtay tartışmasında arabuluculuk misyonunu üstlenme niyetini öğrendik. Kendisine göre bu görev kendi yetki alanında. Ancak açıkça Yargıtay’ın tarafını tutarken, tarafsız olunması gereken ara buluculuk misyonunun nasıl yerine getirilebileceğini pek anlayamadık.

Hukukun üstünde bunca kara bulutlar dolaşırken, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in para bulma çabalarının beyhude olduğu konusundaki kanaatimiz daha da pekişti.

Polat çifti ile başlayan görgüsüzlüğün, diğer benzerleri ile bir arada esasen bir kara para aklama operasyonunun reklamları niteliğinde olduğunu anladık. Mevcut İçişleri Bakanı ile bir önceki arasındaki farkın nedenlerini sorguldık. Bu arada pek çoğumuz hayatımızı sürdürebilmek için bunca alın teri dökerken, neden bir güzellik salonu açmayı düşünmediğimize hayıflandık.

Emekli maaşı yetmediği için çalışmak zorunda kalanların sadaka niteliğindeki 100üncü yıl emekli ikramiyesinden mahrum edilmelerini mantığımızla bağdaştıramadık.

Bütün bu tuhaflıkların ardından Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haftanın son iş gününde gerçekleştirdiği Almanya ziyareti bambaşka bir perspektiften olanı biteni değerlendirmemiz gerektiğini de gündeme taşıdı. Dolayısı ile bu yazının ana konusu haline geldi.

Önce 2024’ün 24 Şubat günü ikinci yılını dolduracak olan Rusya Ukrayna savaşı ile ilgisi olan kaldı mı? Bir tür vaka-yı adiye pek çoğumuz için. Orada da hayatını kaybedenlerin sayısı 100 binleri geçti çoktan. İlgilenenler yok mu? Var tabi. Geniş halk kesimleri için belki bir haber niteliği bile taşımaz halde.

Çoğumuzun gözleri ise başka bir insanlık trajedisinin üstünde. Hamas’ın İsrail’I vurması ile başlayan, İsrail’in orantısız güç kullanımı ile şimdilik 10 binin üstünde Filistinlinin yaşamını yitirmesine yol açan 21inci yüzyıl insanlık trajedisini, bir diğer ifadesi ile naklen soykırımı dehşet içinde izliyoruz.
Daha önce yazdık, yineleyelim, atalarınızın soykırım suçuna uğramış olması, siz torunlarına soykırım yapma hakkı tanımaz.

Erdoğan’ın Almanya ziyareti de bu algı içinde gerçekleşti. Önca Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier, ardından Alman Şansölyesi Scholz ile bir araya gelen Erdoğan’ın ne elde edip edemediğini önümüzdeki günlerde bolca tartışacağa benziyoruz.

Şimdilik dikkatimizi çeken bazı ana unsurları aktarmakla yetinelim.

- Gerek Erdoğan, gerekse Steinmeier ile Scholz’un kendi pozisyonlarından geri adım atmadıkları net bir şekilde anlaşıldı. Erdoğan daha önce Hamas’I savunurken kullandığı sert ifadelerden kaçınsa da, Fiilstin mücadelesinin arkasında durdu, Alman muhatapları ise sergilenen insanlık trajedisini “İsrail’in kendisini savunma hakkı olarak” beyan ettiler. Almanya’nın bu çerçevede ABD’den bile daha İsrailci olduğu ber gerçek.

- Hani iki liderin görüşmeden sonra basın toplantısı yapmasına alışkınız da, bu kez yapılmayacağı söylenen basın toplantısının, görüşmeden önce yapılması manidardı.

- Alman gazetecinin tahrik edici sorusuna karşı Erdoğan’ın cevapları oldukça sertti. Nazi Almanyası’nın Yahudi soykırımı ile özdeşleşen ve bugünün Almanlarının duymak istemediği “holokost” kavramını Berlin’de kullanmak, pek çok kişi için aşırı cesaretli bir yaklaşımdı. Kimine göre Türk-Alman ilişkileri bundan böyle geri dönüşü olmayan bir bozulmaya gidecek, kimine göre de aşırı cesaret bazen düğümlenen ilişkilerin açılmasının tek yolu. Bekleyip göreceğiz.

- Erdoğan Almanya’ya gitmeden önce bütün Alman basınının hakarete varan boyutlarda Erdoğan’I hedef tahtasına oturtması, sanki Alman hükümetinin yönlendirmesi ile ortaya çıkan bir müzakere taktiğiydi. Özellikle F35’I ikame etmek üzere Türkiye’nin satın almak istediği Eurofighter konusunun yine aynı Alman gazeteci tarafından gündeme getirilmesini bir tehdit olarak algılayan Erdoğan, önce Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olduğuna işaret etti, ardından da sizden almazsak, başkalarından alırız diyerek, üstü kapalı biçimde bütün Batı dünyasını tehdit etti. ABD’nin verilmesini engellediği F35, Almanya’nın verilmesini engelleyeceğinin ima edildiği Eurofighter’ın alternatifi şimdilik Rus ve Çin uçakları. Bakalım bu ima NATO içinde bir tavır değişikliğine yol açacak mı? Peki İsveç’in TBMM’de beklemekte olan NATO üyeliği bu pazarlıkların neresine oturacak.

- Hiç mi pozitif bir şeyler olmadı? Galiba Avrupa Komisyonu’nun son zehir zemberek raporuna rağmen Türkiye ile AB arasındaki gümrük birliğinin güncellenbileceği, vize kolaylığı yolunda adımlar atılabileceği ihsas edildi. Bunun için Aralık ayındaki AB zirvesini bekleyip göreceğiz.

Evet geçtiğimiz haftanın son günü adeta “Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri!” kıvamında geçti. Ayak seslerimiz duyuldu mu? Dikkate alınır mı? Şimdilik pek bir fikrimiz yok.

Peki bu olandan bitenden Filistin’de yaşayanlar olumlu bir gelişmeye tanıklık ederler mi?

Maalesef umudumuz yok…


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 842

MessagePosté le: 27 Nov 2023 1:59    Sujet du message: Répondre en citant

Aşırı sağın önlenemez yükselişi

Can Baydarol


Hollanda seçimleri Wilders’in galibiyeti ile bitti. Aşırı sağcı, İslam karşıtı, İsrail sempatizanı, gerekirse camileri kapatma sözlerini çekinmeden söyleyen, AB’den çıkmak için referanduma gidebileceğini ifade eden Wilders’in partisi, 150 sandalyelik Hollanda Parlamentosunda 37 sandalyeye sahip olarak birici parti oldu. Doğal olarak tek başına iktidar değil, başbakanlık koltuğuna oturabilmesi için en az 4 partilik bir koalisyona ihtiyacı var. Görüldüğü kadarı ile yelpazenin solunda ve merkezinde yer alan partiler Wilders ile aynı fotoğraf karesinde yer almak istemiyorlar. Dolayısı ile Wilders’in işi kolay değil. Şimdi ne olur sorusuna verilen cevaplar ya yeni bir erken seçim olur ya da Belçika örneğinde olduğu gibi uzun süre hükümetsiz bir yönetim olabilir şeklinde. Belçika’da yaklaşık 1.5 yıl hükümet kurulamamış, buna karşın Belçikalılar hükümetsizlikten hiç şikayetçi olmamıştı.

Peki aşırı sağ sadece Hollanda da mı yükseliyor?

Hatırlayalım.

Fransa’da Le Pen’in oylarını aşırı derecede yükseltmesine rağmen, karşıtlarının Macron’a katlanmak pahasına oy vermeleri sonucunda Cumhurbaşkanlığına gelememe hikayesini yaşamadık mı? Peki önümüzdeki seçimlerde Le Pen’in seçilme ihtimali sadece Fransızların değil, hepimizin korkulu rüyaları arasında yer almıyor mu?

İtalya’da Mussolini’den sonra ilk kez aynı jargonu kullanan Meloni’nin başbakanlık koltuğuna oturmasına tanıklık etmedik mi?

Almanya’da aşırı sağcı Almanya için alternatif partisinin yükselişi korkutucu değil mi?

Örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Avrupa’ya bakarken Arjantin’i de pas geçmeyelim. Milei’nin Cumhurbaşkanlığına geçtiğimiz hafta seçilmesi ile Güney Amerika’da da aşırı sağ popülizmin ne noktaya geldiğine hep beraber tanıklık ettik.

Peki aşırı sağ neden yükselişte ve özellikle kıta Avrupası seçmenleri giderek neredeyse faşizme varan eğilimlerin temsilcilerine neden geçit veriyor?
Herhalde en basit anlatımı ekonomiden kaynaklanan sorunlar. Pandemi ile birlikte başlayan ekonomik bozulma, ardından Rusya-Ukrayna savaşı ve şimdi de İsrail-Filistin savaşı.

Öncelikle Rusya-Ukrayna savaşının getirdiği ekonomik etkiye bakalım.

Rusya’ya uygulanan ambargolar sonucunda özellikle artan enerji maliyetleri, Rus pazarının kaybı, tedarik zincirinde yeni kırılmalar. Yanı sıra AB ülkelerinin İkinci Dünya Savaşından bu yana ilk kez kendi sınırlarında bir sıcak çatışma tehlikesi ile karşı karşıya gelmeleri. Bu tehdit algısı karşısında geçtiğimiz yıl Almanya’nın 100 milyar Euro tutarında savaş sanayiine yatırım yapması, benzeri tutumu Fransa’nın izlemesi. AB’yi AB yapan refah devleti anlayışının yerini giderek güvenlik endişelerinin alması.

Alman ekonomisinin bu sene yüzde 3 küçülmesi bekleniyor, peki ya Avrupa Komisyonu’nun mali disiplinsizlik nedeniyle mali izlemeye aldığı Fransa?
Savaşların beraberinde getirdiği göç dalgaları, her sorunun kaynağında İslamı görme kolaylığı, varlık nedenini pekiştirmek için ötekileştirmenin vaz geçilemezliği.

Evet Avrupa’da yükselen aşırı sağ popülizminin şu sıralarda önüne geçmek kolay değil.

Peki Avrupa’nın değişen siyasi yapısı bizi neden ilgilendiriyor?

Öncelikle o ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın güvenliğini yazmak gerekiyor. Maalesef İslamofobinin başlıca simgelerinden bir tanesi Türkofobiye dönüşmüş vaziyette.

İkinci sıraya da ekonomik gerçekleri yazmak durumundayız. Ülkemizin bir numaralı ihracat pazarı AB. Bir tarafdan içinde yaşadığımız ekonomik kriz ortamı, öte taraftan AB ekonomisinin darboğaza girmesi bizim için hiç iyi haber değil.

Hiç mi umut vaat eden gelişme yok?

Şu sıralarda esir takası için ara verilen İsrail Filistin savaşı, hiç olmazsa Gazze’de izlediğimiz insanlık trajedisine biraz da olsa son verdi. Ateşkes kalıcı olur mu? Umarız olur.

50+1 mi dediniz?

Kafa yormayı gerektiren çok daha ciddi işler var.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3
Page 3 sur 3

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.