Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.
Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Fransa Turkiye iliskileri
Forums d'A TA TURQUIE Pour un échange interculturel
Ve Fransa ilk adımı attı
PARİS - 12 Þubat 2013
Arzu CAKIR MORIN
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugün gerçekleştirdiği Fransa ziyaretinin çok önemli bir yönü ortaya çıktı. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Davutoğlu’na Avrupa Birliği ile müzakerelerde “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” konulu 22’nci faslı açacaklarını bildirdi. Davutoğlu da Ankara'ya dönüşünde bu açıklamayı teyit etti.
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın “Türkiye ile beyaz sayfa açıyoruz” vaadinin ilk adımı Avrupa Birliği yolunda geldi. Türkiye’nin uzun süreli girişimlerinin ardından Fransa, AB müzakerelerinde tıkadığı beş başlıktan biri olan 22’nci fasıl önündeki engeli kaldırdı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Paris'te Fransa Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlenen Libya Konferansı'na katılmadan önce Fransız mevkidaşı Laurent Fabius ile kahvaltıda bir araya geldi.
ÖNEMLİ BİR ADIM
Görüşmenin ardından Libya toplantısına katılan Davutoğlu, konferansın sonuna kadar kalmadan Paris'ten ayrıldı. Görüşmeye ilişkin ilk açıklamayı Fabius yaptı.
Toplantı sonrası Libya Dışişleri Bakanı’yla bir basın toplantısı düzenleyen Fabius, bir soru üzerine, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde Fransa'nın yapıcı rol üstleneceğini açıkladı.
RÜZGAR TERSİNE Mİ DÖNÜYOR?
Fabius, "İlk adım olarak 22’nci faslı açıyoruz. Sayın Davutoğlu'na bu başlığın açılacağını teyit ettim" dedi.
Fransız Bakan, görüşmede Hollande'ın Türkiye ziyaretinin gündeme gelip gelmediği sorusuna ise "Cumhurbaşkanı'na bir davet var. Ancak bunun zamanını Cumhurbaşkanı belirler. Türkiye büyük bir ülke. İlişkilerimizin gelişmesini istemek doğaldır" dedi.
TÜRKİYE'DE İKİ BAÞLIK BEKLENTİSİ
Hürriyet'e konuşan Fransız diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Türkiye'nin beklentisi 17’nci ve 22’nci fasılların önündeki Fransız engelinin kaldırılmasıydı. Türkiye ayrıca eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin politik nedenlerle tıkadığı beş başlığın tamamının önündeki politik engellerin kaldırıldığı yönünde bir niyet açıklaması bekliyordu.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 19 Juil 2013 3:20 Sujet du message:
Citation:
Özgen Acar: Paris – Ankara…
Cumhuriyet - 16 Temmuz 2013
Paris’te 224 yıl önce “kral”a karşı Fransız halkının ayaklanması, pazar akşamı Ankara’da da kutlandı.
Paris Caddesi’ndeki Fransız Büyükelçiliği binasının ağaçlarla çevrili bahçesi bu tür kutlamalar için çok uygun. Hele o saatlerdeki günbatışı da bir başka doğa güzelliği…
Anımsarım, 60’lı yılların sonunda Fransız Dışişleri Bakanlığı, Ankara büyükelçisini Nev York Birleşmiş Milletler temsilciliğine atamıştı. Bilirsiniz Fransa, Güvenlik Kurulu’nun beş daimi üyesinden biridir. Bu terfiin önemi daha da açıktı!
Ancak eşi, üzgün olduğunu bana “Bizim bakanlıkta hiç düşünce yok. İnsan sonbaharda Ankara’dan Nev York’a atama yapar mı? Ankara’nın en güzel mevsimi sonbahardır. Sonbaharda da gün batışı bambaşka güzel olur…” dedikten sonra, bahçesinde batan güneşin güzelliğini göstermişti.
***
O konuşmamızda henüz ilkokul öğrencisi olan Büyükelçi Laurent Bili (52) pazar günü ev sahibimizdi. Büyükelçi, üç dildeki konuşmasında Türkçesinin “Karadeniz şivesine” çekebileceğini vurguladı. Çünkü Türkçeyi Trabzon’da öğrenmişti. Koyu bir Trabzonsporlu idi. İki erkek çocuğuna Aurelian Volkan ve Florian Tayfun adlarını da o yılların etkisiyle vermişti. 90’lı yılların sonlarında Ankara’da başkâtip ve müsteşar olarak görev yapmıştı.
Büyükelçi iki ülkenin dostluğunu, son on yıldaki ekonomik ve demokratik gelişmeleri övdü. Bu arada lisanı münasiple “Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve insan hakları uygulamalarından uzaklaşmaması” uyarısında da bulundu.
***
Kraliçenin doğum günü kutlamasında “telekulak” olayına tepki olarak İngiliz Büyükelçiliği’ne gitmeyen, sonra dört bakanı da yanına alarak, sanki ABD bakanıymışçasına ABD Bağımsızlık Günü’nü kutlamaya giden AB Bakanı ve Başmüzakerecisi Egemen Bağış da AKP Hükümeti’ni temsilen gelmişti.
Büyükelçi, eşi Sabine’yi de konuklarına tanıtmıştı. Her nedense Bağış da öteki AKP’li bakanlar gibi, bu toplantılara eşini getirmiyordu. Herhalde Reyhan Hanım İstanbul’daki butiğinden ayrılamıyordu.
Bağış konuşmasına, Batı’nın “Muhteşem Süleyman” olarak tanıdığı Kanuni’nin, kendisinden özgürlüğü için yardım isteyen Fransa Kralı Fransuva’ya 1526’da gönderdiği mektubu anımsatarak başladı. Türk – Fransız dostluğunun 500 yıl öncesine uzandığını söyledi.
Bağış’ın bu sözleri, Kanuni’nin Fransuva’ya gönderdiği “Ben ki sultanların sultanı…” ve “Sen ki Fransa Vilayetinin kralı…” sözleriyle tepeden baktığı mektuba sığındığını anımsattı, bazı duygularını “tatmin ettiği” izlenimini yarattı.
Aynı “tatmini” Aralık 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fransız Parlamentosu’nda “Ermeni tasarısı” gündem oluşturduğunda Kanuni’nin mektubunu kürsüden göstererek yaşadığını da anımsadım. Anlaşılan Bağış, Erdoğan’ın dümen suyuna iyiden iyiye girmişti!
Tepeden bakabilirlerdi… Ama o mektup yarım bin yıl önce idi… Bugün durum ne? Fransa, Türkiye’nin AB görüşmelerinde 5 faslın yolunu tıkamadı mı? Ermeni tasarısı yine gündem oluşturmuyor mu?
***
SBF’de “Siyasal Tarih” dersinden çok kötü notlar almıştım. Yine de belleğimde bazı köşe taşları kalmış. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan Sevr Antlaşması Fransa’da imzalanmıştı.
Buna karşılık Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık” savaşını ilk tanıyan Fransa olmuştu. Sevr’den bir yıl sonra Paris Hükümeti, daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan, TBMM Hükümeti’nin “milli misak” hedefini tanıyan bir anlaşma imzalamıştı.
“Ankara Anlaşması”nı TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ve Fransa adına da Henry Franklin-Bouillon imzalamışlardı. Bu anlaşma ile Fransa, Sevr’de kendisine bırakılan Mersin-Adana yöresinden de vazgeçiyor, iki ülke arasındaki “savaş” sona eriyordu.
Tarihte kalmış “Osmanlı” yerine “çağdaş barış anlaşması” her nedense, -belki de işin içinde Atatürk olduğu için- AKP Hükümeti’nce hiç anımsanmıyordu!
***
Bu arada bir oluşum dikkatimi çekti! Bağış, kürsüye çıktığında pek çok Türk konuk, kürsüye sırtlarını dönerek Fransız toprağında Türk bakana tepki gösterdiler!
Bağış, konuşmasında “demokrasi, özgürlük, insan haklarının ne kadar güçlendiğine” değindikçe, Büyükelçilik bahçesi dışında yan sokaktan da “yuh” sesleri yükseliyordu.
Düşünebiliyor musunuz, aynı Türk bakan ABD Büyükelçiliği’nde konuşurken “yalancı” diye suçlanıyor, Fransa Büyükelçiliği’nde insanlar kendisine arkasını dönüyor, bahçe dışından da “yuh” sesleri geliyordu.
***
1789’da Paris’te halk, Kral 10. Charles’a karşı ayaklanmış, günümüzde Türkiye’de Silivri’deki siyasal tutukluların kaldığı cezaevi benzeri Bastille Cezaevi’ni basarak tutukluları kurtarmıştı. 30 yıl sonra ressam Eugene Delacroiks’in yaptığı bir tablo “Fransız Devrimi’nin (darbenin değil)” simgesi olmuştu.
Tabloda tıpkı Sinoplu savaşçı hemşirelerimiz “Amazonlar” gibi göğsü açık, başında Frig şapkası bulunan, Marianne adı verilen kadın, halkını özgürlüğe koşturuyordu. (Bu arada Fransızların bir başka simgesi olan “horozun” da Marsilya’yı kuran Foçalılardan kaynaklandığını da anımsayabiliriz!) Bu tablo daha sonra 1848 ayaklanmasına da ışık tuttu!
Büyükelçilik bahçesindeki bu olaylar beni bir an İngiliz “The Economist” dergisinin iki kapağına götürdü… Birinin kapağında, konuşmasında Kanuni’ye sığınan Erdoğan, Osmanlı padişahı giysisi ile divana kurulmuş, bir elinde “tespih”, bir elinde de “gaz maskesi” tutuyordu. Kapağın konusu “Demokrat mı sultan mı?” idi, alt başlıkta ise “Erdoğan ve Türk ayaklanması (darbesi değil)” yazılıydı.
“Gezi Parkı” olayları yaygınlaşınca dergi, bu kez bir başka kapak daha yaptı. Bir başta Fransız ayaklanmasının simgesi Marianne’e, öteki başta elinde cep telefonlu bir Türk kızına, aralarında ise 68 ABD-Avrupa kuşağından bir gence ve 89 olaylarını başlatan Lech Valesa’ya yer verilmişti. Batı, “Gezi Parkı’nın” mimarı olarak genç Türk kızlarını görüyordu.
***
Büyükelçilikten ayrılırken Ajda Pekkan’ın şarkısı aklıma geldi:
“Olmaz artık kapı açık, arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık…”
Inscrit le: 09 Oct 2007 Messages: 3474 Localisation: Somewhere in the world
Posté le: 19 Juil 2013 10:50 Sujet du message:
Benim dikkatimi çeken, Gezi Direnisi ve baskilara, Fransiz yetkililerin sessiz kalmasi oldu. Basta Merkel, Almanya'dan baskilar konusunda elestiri geldi, ABD, AB ve BM yetkilileri baskilarin dozunun kaçirilmasina, orantisiz güç kullanimina, barisçil gösterilerin yasal hak olduguna dikkat çektiler. Fransa sus pus oldu. _________________ Родион Романович Раскольников
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 31 Mar 2018 23:34 Sujet du message:
Macron'un Suriye'den gelen delegasyonu kabulunden sonra yapilan açiklamalar uzerine Turkiye'den 2 yorumu 2011 den kalma bu katkiya koymak gerekiyor.
Citation:
Macron SDG’ye hangi vaatte bulundu?
Ahmet İnsel, Cumhuriyet 31 Mart 2018
29 Mart’ta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ilk kez görüştüğü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) delegasyonuna tam ne dedi, ne vaatte bulundu? Rivayet muhtelif.
Fransız cumhurbaşkanlığının dün yayımladığı basın bildirisinde, “SDG’nin DAEÞ’e karşı mücadelede oynadığı sonuç alıcı rolü ve yaptığı fedakârlıkları övdüğü, bu terörist tehlike devam ederken, bu mücadelenin önceliğine vurgu yaptığı” belirtiliyor. Macron “Suriye’de çatışmanın bir siyasal çözüme kavuşmasını beklerken, DAEÞ’in yeniden canlanmasını engellenmek için, dengeli ve herkesi dahil eden bir yönetişim çerçevesinde, özellikle Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenlik bölgesinin istikrara kavuşturulması konusunda Fransa’nın desteği için SDG’yi temin” etmiş.
Burada iki önemli vurgu var. Birincisi, güven verilen alanın Suriye’nin kuzeydoğusu olması. Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeyinde kalan bölge, takriben, iki-üç yıl önceki Kobani ve Cezire kantonları sınırı demek. İkinci vurgu, SDG’ye olan desteğin IÞİD’le mücadele ile gerekçelendirilmesi. Ama bu SDG’nin Menbiç’te değil ama daha güneyde Deyr-Zor ve Rakka’da da bulunmasını gerektiriyor.
Macron’un, YPG ile Arap, Kürt, Sünni ve Hıristiyan müttefiklerini, eşit sayıda kadın ve erkekle temsil eden SDG heyetine, “SDG ile Türkiye arasında, Fransa ve uluslararası topluluğun yardımıyla bir diyaloğun kurulması temennisinde bulunduğu” aynı basın bildirisinde yer alıyor. Aynı zamanda, “Fransa’nın PKK’ye karşı mücadele konusundaki taahhüdü ve Türkiye’nin güvenliğine verdiği önemi” de hatırlattığı belirtiliyor.
Görüşme sonrasında Kuzey Suriye Federasyonu Paris Temsilcisi Halit İsa, “SDG’nin koruduğu bütün bölgelerin güvenlik altına alınması için Fransa’nın Menbiç’teki askeri varlığını artıracağını” iddia etti. Ne var ki bu askeri desteğin Menbiç’e Fransa’nın askeri birlikler yollaması anlamına geldiği, pek şüpheli. Macron’un basın bildirisinde yer almayan bu konu için, cumhurbaşkanlığına yakın kaynaklar, Afrika veya Yugoslavya’da olduğu gibi, Fransa’nın bölgeye askeri birlik yollamasının söz konusu olmadığını ısrarla söylüyorlar. SDG ile Fransa’nın askeri işbirliğinin IÞİD’e karşı mücadele için sürdürüldüğünü, Türkiye’ye karşı bir işbirliğini kapsamadığını vurguluyorlar.
Macron’la SDG heyeti arasında Menbiç’te Fransız askeri varlığının güçlendirilmesi somut olarak konuşuldu mu? Fransa’nın Suriye’de esas olarak istihbarat ve eğitim için ve gayri resmi biçimde bulunan çok sınırlı sayıda özel kuvvetlerinin sayısının biraz arttırılacağı ve Menbiç’teki olası küçük varlığının güçlendirileceği ihtimalini Fransız basını dile getiriyor. Suriye devletinin çağrısına dayanmadığı için, Fransa’nın bu sınırlı askeri varlığı, uluslararası hukuk açısından sorunlu. Fransız makamları bu yüzden bunu açıkça dile getirmiyorlar. Ama görünen o ki Menbiç’in, ABD ve Fransız gözlemci askeri varlığı eşliğinde, TSK ve YPG’nin olmadığı bir ara bölge olmasını Batılı müttefikler tasarlıyor.
Diğer bir konu, Afrin. Dikkat edilirse, Batılı güçlerin Afrin’le ilgili dikkati, bölgenin ÖSO ve TSK güçlerinin kontrolüne geçmesi sonrasında ortaya çıkan, Birleşmiş Milletler’in yüz binin üstünde olduğunu tahmin ettiği göçmenlere odaklanmış durumda. YPG’nin Afrin’den bütünüyle çekilmesinin veri olarak kabul edildiği, TSK ve ÖSO’nun girmemesi için alınan önlemlere paralel olarak YPG’nin Menbiç’ten de çekileceği, buna karşılık Batılı güçlerin Fırat’ın doğusunda SDG’ye güvenli bölge taahhüdünde bulunduğu iddiası giderek somutluk kazanıyor.
Macron’un arabulucuk önerisine gelince. Bunun Fransa Cumhurbaşkanı’nın çok sık başvurduğu görüntü verme politikasının bir tezahürü olduğunu, pek sevdiği arabulucu rolünü burada da öne çıkarmak istediğini düşünmek mümkün. Bu önerinin nasıl gerçeklik kazanacağını kestirmek zor. Fransa Suriye’ye müdahale eden koalisyonun, ABD’nin arkasından çok uzak ara ikinci gücü. Emmanuel Macron’a Tayyip Erdoğan’ın bu arabuluculuk önerisi konusunda dün söylediklerini eksiksiz çevirip gösterdiler mi, bilmiyoruz? Ama görünen o ki, SDG ve özel olarak YPG’yi müttefik olarak tanımlayan Fransa ile, SDG’yi bütünüyle PKK’nin uzantısı olarak tanımlayan Erdoğan yönetimi arasında şimdi kim arabulucu olacak sorusunu sormak belki daha anlamlı olacak.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 31 Mar 2018 23:35 Sujet du message:
Macron'un Suriye'den gelen delegasyonu kabulunden sonra yapilan açiklamalar uzerine Turkiye'den 2 yorumu 2011 den kalma bu katkiya koymak gerekiyor.
Citation:
Macron SDG’ye hangi vaatte bulundu?
Ahmet İnsel, Cumhuriyet 31 Mart 2018
29 Mart’ta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ilk kez görüştüğü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) delegasyonuna tam ne dedi, ne vaatte bulundu? Rivayet muhtelif.
Fransız cumhurbaşkanlığının dün yayımladığı basın bildirisinde, “SDG’nin DAEÞ’e karşı mücadelede oynadığı sonuç alıcı rolü ve yaptığı fedakârlıkları övdüğü, bu terörist tehlike devam ederken, bu mücadelenin önceliğine vurgu yaptığı” belirtiliyor. Macron “Suriye’de çatışmanın bir siyasal çözüme kavuşmasını beklerken, DAEÞ’in yeniden canlanmasını engellenmek için, dengeli ve herkesi dahil eden bir yönetişim çerçevesinde, özellikle Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenlik bölgesinin istikrara kavuşturulması konusunda Fransa’nın desteği için SDG’yi temin” etmiş.
Burada iki önemli vurgu var. Birincisi, güven verilen alanın Suriye’nin kuzeydoğusu olması. Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeyinde kalan bölge, takriben, iki-üç yıl önceki Kobani ve Cezire kantonları sınırı demek. İkinci vurgu, SDG’ye olan desteğin IÞİD’le mücadele ile gerekçelendirilmesi. Ama bu SDG’nin Menbiç’te değil ama daha güneyde Deyr-Zor ve Rakka’da da bulunmasını gerektiriyor.
Macron’un, YPG ile Arap, Kürt, Sünni ve Hıristiyan müttefiklerini, eşit sayıda kadın ve erkekle temsil eden SDG heyetine, “SDG ile Türkiye arasında, Fransa ve uluslararası topluluğun yardımıyla bir diyaloğun kurulması temennisinde bulunduğu” aynı basın bildirisinde yer alıyor. Aynı zamanda, “Fransa’nın PKK’ye karşı mücadele konusundaki taahhüdü ve Türkiye’nin güvenliğine verdiği önemi” de hatırlattığı belirtiliyor.
Görüşme sonrasında Kuzey Suriye Federasyonu Paris Temsilcisi Halit İsa, “SDG’nin koruduğu bütün bölgelerin güvenlik altına alınması için Fransa’nın Menbiç’teki askeri varlığını artıracağını” iddia etti. Ne var ki bu askeri desteğin Menbiç’e Fransa’nın askeri birlikler yollaması anlamına geldiği, pek şüpheli. Macron’un basın bildirisinde yer almayan bu konu için, cumhurbaşkanlığına yakın kaynaklar, Afrika veya Yugoslavya’da olduğu gibi, Fransa’nın bölgeye askeri birlik yollamasının söz konusu olmadığını ısrarla söylüyorlar. SDG ile Fransa’nın askeri işbirliğinin IÞİD’e karşı mücadele için sürdürüldüğünü, Türkiye’ye karşı bir işbirliğini kapsamadığını vurguluyorlar.
Macron’la SDG heyeti arasında Menbiç’te Fransız askeri varlığının güçlendirilmesi somut olarak konuşuldu mu? Fransa’nın Suriye’de esas olarak istihbarat ve eğitim için ve gayri resmi biçimde bulunan çok sınırlı sayıda özel kuvvetlerinin sayısının biraz arttırılacağı ve Menbiç’teki olası küçük varlığının güçlendirileceği ihtimalini Fransız basını dile getiriyor. Suriye devletinin çağrısına dayanmadığı için, Fransa’nın bu sınırlı askeri varlığı, uluslararası hukuk açısından sorunlu. Fransız makamları bu yüzden bunu açıkça dile getirmiyorlar. Ama görünen o ki Menbiç’in, ABD ve Fransız gözlemci askeri varlığı eşliğinde, TSK ve YPG’nin olmadığı bir ara bölge olmasını Batılı müttefikler tasarlıyor.
Diğer bir konu, Afrin. Dikkat edilirse, Batılı güçlerin Afrin’le ilgili dikkati, bölgenin ÖSO ve TSK güçlerinin kontrolüne geçmesi sonrasında ortaya çıkan, Birleşmiş Milletler’in yüz binin üstünde olduğunu tahmin ettiği göçmenlere odaklanmış durumda. YPG’nin Afrin’den bütünüyle çekilmesinin veri olarak kabul edildiği, TSK ve ÖSO’nun girmemesi için alınan önlemlere paralel olarak YPG’nin Menbiç’ten de çekileceği, buna karşılık Batılı güçlerin Fırat’ın doğusunda SDG’ye güvenli bölge taahhüdünde bulunduğu iddiası giderek somutluk kazanıyor.
Macron’un arabulucuk önerisine gelince. Bunun Fransa Cumhurbaşkanı’nın çok sık başvurduğu görüntü verme politikasının bir tezahürü olduğunu, pek sevdiği arabulucu rolünü burada da öne çıkarmak istediğini düşünmek mümkün. Bu önerinin nasıl gerçeklik kazanacağını kestirmek zor. Fransa Suriye’ye müdahale eden koalisyonun, ABD’nin arkasından çok uzak ara ikinci gücü. Emmanuel Macron’a Tayyip Erdoğan’ın bu arabuluculuk önerisi konusunda dün söylediklerini eksiksiz çevirip gösterdiler mi, bilmiyoruz? Ama görünen o ki, SDG ve özel olarak YPG’yi müttefik olarak tanımlayan Fransa ile, SDG’yi bütünüyle PKK’nin uzantısı olarak tanımlayan Erdoğan yönetimi arasında şimdi kim arabulucu olacak sorusunu sormak belki daha anlamlı olacak.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 31 Mar 2018 23:37 Sujet du message:
Citation:
Macron neden aradı?
Aslı Aydıntaşbaş, Cumhuriyet 31 Mart 2018
Saraybosna, Birinci Dünya Savaşı’nın tesadüfen başladığı yer. 1914 yılında çoğu Avrupalının adını sanını duymadığı bu ufak Balkan şehri, kenti ziyaret eden Avusturya-Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand’ın suikasta uğraması sonucu, insanlık tarihine “Dünya savaşı başlatan şehir” olarak geçti.
Daha 2 yıl öncesine kadar adını sanını duymadığımız Münbiç de, bugün tuhaf bir biçimde bölgesel bir çatışmanın adresi olmaya aday.
Son günlerde yaşananları alt alta koyalım. Ankara’nın giderayak pek sevdiği ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, görevden ayrıldı. Türkiye ve ABD arasında Münbiç konusunda görüşmeler yine de devam etti. Amerikalılar, Türkiye ile gerilimi düşürmek istiyor ve prensipte Münbiç’ten ayrılmaya ya da YPG’yi buradan çıkarmaya razılar; ancak orada cihatçı bir yapı istemiyorlar. Ayrıca Pentagon’un zamanlaması ile Ankara’nınki tutmuyor. Daha da önemlisi Batı, Münbiç’ten çekilme karşılığında Türkiye’nin askeri hareketliliğinin bir sınırı olsun istiyor. Münbiç tamam ama sonra ne olacak?
ABD’nin yandaş medyada sanıldığı gibi orada bir “Kürt devleti kurma” saplantısı yok. Ancak Kürtleri denklemden çıkarmanın sonuçlarını göze alamıyor. Batı açısından ideal olan, Fırat’ın doğusundaki Kürt coğrafyasının bir biçimde ileride Birleşmiş Milletler denetimindeki anayasal sürece katılması ve Þam’la anlaşması. Korktukları ise, Münbiç’den çekilme karşılığında Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “Önce Afrin, sonra Münbiç, sonra Tel Abyad, sonra Kobani” derken sonsuz bir Türk-Kürt bölge savaşının çıkması, bu istikrarsızlığın İran ve Rusya’ya yaraması.
Peki Trump neden “Suriye’den çekileceğiz” dedi? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron neden Trump’ı aradı?
Trump, “Suriye’den çekileceğiz” lafını bir miting alanında söyledi. Gönlünde yatan bu olsa da, bu açıklama ABD’nin bugünden yarına Suriye’den çekileceği anlamına gelmiyor. Trump, Suriye’ye, Müslüman coğrafyasındaki birçok mesele gibi, “Yesinler birbirlerini” diye bakıyor. Utanmasa, “Alsın Ruslar ne yapmak istiyorlarsa yapsınlar” diyecek.
Ancak 3 dakikadan fazla herhangi bir konuya konsantrasyonu olmayan ABD Başkanı’nın bu fikri bir eylem planına dönüştürme kabiliyeti, neredeyse hiç yok. Trump’ın geçmişte Afganistan’la ilgili de benzer açıklamaları oldu ancak Amerikan devleti hâlâ Afganistan’dan çıkabilmiş değil. Trump da çok iyi biliyor ki, IÞİD’le mücadele bitmeden, Suriye’de bir anayasal süreç başlamadan, İran konusunda kendi hükümetinin takıntısı bitmeden, ABD Suriye’den çekilemez. Dahası, içinde YPG’nin olduğu Suriye Demokrasi Güçleri (SDG) ile ittifakını da kolay kolay bitiremez.
Macron bu denkleme çok iyi bir zamanlama ile giriyor... Malum, Fransa Kürt meselesinde çok hassas ve Erdoğan’ı uzun bir aradan sonra ilk kez bir Batı Avrupa ülkesinde ağırlayan lider olan Macron, o zaman bu zamandır iç politikada “Kürtleri satmakla” eleştiriliyor. Bu Fransa için hassas bir iç politika meselesi. Fransa ve Avrupa Birliği’nin büyük çoğunluğu, YPG ve Suriyeli Kürtlere sempatiyle bakıyor.
Geçenlerde Erdoğan ve Macron arasındaki telefon görüşmesinde Fransız liderin Ankara’nın “çözüm sürecine” dönmesi ve YPG ile ilişkileri normalleştirmesi konusunda bir ‘yoklama’ çektiğini biliyoruz. Erdoğan muhtemelen olumsuz cevap verdi. Bundan birkaç gün sonra Trump ve Macron konuştu ve Fransız askerlerinin IÞİD karşıtı koalisyon adına Münbiç’de konuşlandırılması gündeme geldi.
Fransa, Ortadoğu’da daha aktif bir rol oynamak istiyor ve bu anlamda Münbiç’i iyi bir fırsat olarak görüyor. Fransa’nın özel kuvvetler olarak Münbiç’te görev yapması, hem Suriye’de çözüm masasında olması, hem de Macron’un içeride “Kürtleri sattın” ithamlarına karşı kendini savunması anlamına geliyor.
Bu, Washington açısından da ideal bir senaryo. Bu sayede kuzey Suriye’de ABD ve Türkiye arasındaki gerilim, iki ülke arasında bir kriz olmaktan çıkıyor ve uluslararası bir konu haline geliyor. Münbiç, Türkiye ve Washington arasında ikili bir kriz yerine Avrupa Birliği’nin içinde olduğu bir denkleme dönüşüyor. Batı açısından bu durum, Türkiye’den gelen baskıyı ve bölgede savaş tehdidini azaltıyor.
Ankara açısından bakınca ise, karşıdaki cephe her geçen gün genişliyor.
Inscrit le: 30 Jan 2006 Messages: 11193 Localisation: Nancy / France
Posté le: 13 Mai 2018 16:47 Sujet du message:
Fransa'da Türkçe öğretiliyor mu?
YÖK'ün "Fransa'da Türkçe öğretilmiyor" açıklamasına Fransa'daki akademisyenler tepkili. 1795'ten bu yana Türkçe öğreten INALCO'nun bölüm başkanı Muhidine, "Fransa'da Türkçe öğretiliyor, YÖK de biliyor" diyor.
Geçenlerde aldigim duyumun (Turkiye'den ogretmenler gelecekti ama gelen yok) teyidi bu olsa gerek.
Citation:
Fransa ile türban krizi
Fransa’da görev yapan türbanlı iki diplomat eşinin, vizelerinin yenilenmesi sırasında biyometrik fotoğraf vermek istemedikleri, bunun üzerine tüm idari vizelerin iki ülke arasında karşılıklı askıya alındığı ileri sürüldü.
Fransa ile Türkiye arasındaki gerilim tırmanıyor. Son olarak Fransa, Türkiye’yle yaşadığı sorunlar nedeniyle, NATO’nun Akdeniz’deki Sea Guardian Operasyonu’ndan (Deniz Muhafızı Harekâtı) çekildi. Fransa’nın kararı, geçen günlerde iki ülkenin deniz kuvvetlerinin Akdeniz’de yaşadığı gerginliğin ardından geldi.
Sorulması gereken ilk soru, Fransa’nın niçin bu kadar öfkeli olduğu. Bu sadece Türkiye ile yaşadığı sorunlardan mı kaynaklanıyor, yoksa daha geniş ölçekte, Fransa’nın gerçekleri ile hedefleri arasındaki uçurumdan mı? İki ülke ilişkilerindeki sorunların ne kadarı dönemsel, ne kadarı yapısal? Madde madde düşünelim…
Birincisi, günümüzün Fransa’sı, tarihteki gücünden uzak. Aydınlanma Devrimi’nin, Fransız İhtilali’nin kazanımlarına, değerlerine, mirasına sahip olan Fransa, günümüzde ne Avrupa’da ne dünyada eski ağırlığına sahip. Bu sütunda, “Fransa’nın öfkesinin sebebi ne?” (4 Aralık 2019) başlıklı yazıda da değinildiği üzere, dünyanın en büyük 5 ekonomisinden biri değil. Avrupa Birliği’nde (AB), Almanya’nın çok gerisinde. BM ve NATO’da sözü fazla dinlenmiyor. Kültürel, entelektüel öncülüğü; siyasal liderlik kabiliyeti yıllardır aşınıyor. O nedenle öfkeli, tepkisel.
İkincisi, emperyalist Fransa’nın Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Akdeniz’e yönelik tarihsel ilgisi biliniyor. Ne var ki bu bölgelerde de eski ağırlığı yok. Suriye sorununda çok geri planda. Libya sorununda yıllarca Halife Hafter’i destekledi. Başarısız oldu. Türkiye’ye karşı öfkesinin önemli bir nedeni de bu. Suriye ve Libya’daki durumu, Doğu Akdeniz jeopolitiğinde ve enerji kaynakları için verilen mücadelede Paris’in elini zayıflatıyor.
Üçüncüsü, Fransa, Kıbrıs meselesinde Akdeniz’de, Ege Denizi’ndeki Türk- Yunan geriliminde Türkiye’nin karşısında konumlanıyor. Sözde soykırım iddialarını tanıyor. PKK - PYD - YPG ve FETÖ terör örgütlerini açıktan destekliyor. Türkiye’nin içişlerine ilişkin sözler etmekten geri durmuyor. Avrupa’da hayli yaygın, Fransa’da oldukça güçlü olan Türkiye karşıtlığının öncülüğünü ve sözcülüğünü yapıyor.
Dördüncüsü, Fransa, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki açık ve sert muhalefetine ek olarak, son yıllarda Türkiye’yi NATO içinde de çok sık eleştirmeye, Türkiye’yi ittifaka şikâyet etmeye başladı. Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına geri dönmesi için, hiç koşul öne sürmeden, bu ülkeyle hiç pazarlık etmeden evet diyen Türkiye’yi, uluslararası örgütlerde yalnızlaştırmaya çalışıyor.
Fransa’nın aşınan gücü
Beşincisi, Fransa sadece Almanya’nın gerisine düşmedi. ABD, Rusya ve Çin’le ilişkilerinde de zayıf taraf durumuna düştü. Bu gerçeği kabullenmekte zorlanıyor.
Altıncısı, Fransa, mevcut bir ittifaka öncülük edecek veya yeni bir ittifak kuracak kuvvetten yoksun. Devlet kapasitesi geriliyor. Tarihi ve coğrafi olarak ilgi alanına giren Akdeniz’de, Akdeniz Birliği (sonradan Akdeniz İçin Birlik) projesini denedi. Başaramadı. Ne Almanya’yı ne de Akdeniz’deki komşularını ikna edebildi.
Yedincisi, Fransa, belli bir nüfuza sahip olduğu Fas, Tunus ve Cezayir’de bu konumunu daha da pekiştirmek istiyor. Olmuyor. Tarihsel olarak belli ağırlığının olduğu Suriye ve Lübnan’da, başat güç, belirleyici güç olmak istiyor. Olmuyor. Libya ve Mısır’da daha çok öne çıkmak istiyor. Olmuyor. Tarih boyunca hep önemli olan, son yıllarda daha da önemli olan Akdeniz’de hırslı, hınçlı, hırçın adımlar atıyor. Olmuyor.
Sekizincisi, Fransa’nın Almanya’yla birlikte ara sıra dillendirdiği Avrupa Ordusu projesinin de geleceği belirsiz. Çünkü Paris ve Berlin’in bu projeden beklentisi farklı. Öncülüğü kaptırmak, birbirlerinin güdümüne girmek istemiyorlar. Projeye AB’nin diğer üyelerinin pek destek olmaması, önemli sorun. Salgın hastalık sonrasında zayıflayan ekonomilerin yanında, birlik ruhu fazlasıyla sorgulanan AB içinde, Avrupa Ordusu’na ilişkin desteğin artacağını düşünmek, gerçekçi değil. Paris, sınır ötesine askeri kuvvet yollamada Berlin’den daha deneyimli ve daha istekli olsa da Avrupa Ordusu konusunda ABD’nin tepkisinden de çekiniyor.
Kısacası, Fransa, ne gücündeki aşınmayı önleyebiliyor ne de dünyanın yeni güç dengesinde kendine başat bir yer bulabiliyor.
Not : Foruma gelenlerden birisi bu makaleyi Fransizcaya çevirebilir mi?
Après la chute de l’Empire ottoman en 1922, la Turquie devient une république laïque. Élu président de la République au suffrage universel en 2014, Recep Tayyip Erdogan, chef du Parti nationaliste AKP, fait progressivement basculer le pays vers un régime autoritaire, voire, selon certaines analyses, dictatorial.
À l’aide des documents proposés, réalisez une frise chronologique pour retracer les étapes du virage autoritaire du régime turc.
Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures Aller à la page 1, 2Suivante
Page 1 sur 2
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum