504 visiteur(s) et 0 membre(s) en ligne.
  Créer un compte Utilisateur

  Utilisateurs

Bonjour, Anonyme
Pseudo :
Mot de Passe:
PerduInscription

Membre(s):
Aujourd'hui : 0
Hier : 0
Total : 2270

Actuellement :
Visiteur(s) : 504
Membre(s) : 0
Total :504

Administration


  Derniers Visiteurs

cengiz-han : 15h36:13
SelimIII : 16h48:21
lalem : 1 jour, 23h01:28
administrateu. : 4 jours
murat_erpuyan : 4 jours


  Nétiquette du forum

Les commentaires sont sous la responsabilité de ceux qui les ont postés dans le forum. Tout propos diffamatoires et injurieux ne sera toléré dans ces forums.


Forums d'A TA TURQUIE :: Voir le sujet - Can Baydarol'dan mektuplar...
Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum Forums d'A TA TURQUIE
Pour un échange interculturel
 
 FAQFAQ   RechercherRechercher   Liste des MembresListe des Membres   Groupes d'utilisateursGroupes d'utilisateurs    

Can Baydarol'dan mektuplar...
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4  Suivante
 
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque
Voir le sujet précédent :: Voir le sujet suivant  
Auteur Message
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 18 Aoû 2023 12:13    Sujet du message: Répondre en citant

Yine, yeniden gümrük birliği

Can Baydarol



Biliyorum konu sevimsiz. “İçinden yazmak geliyor mu?” diye sorarsanız, yanıtım “hayır.” Ama konu önemli. Bir kaç haftadır eşimin geçirdiği talihsiz bir görünmez kaza nedeniyle ara vermek zorunda kaldığım son yazılarıma küçük bir referans vermek gerekirse, Türkiye AB ilişkilerinde yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu belirterek bu yeni dönemin getirdiği risklerin altını çizmiş, bundan sonraki aşamanın gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisi konuları ile sınırlı olacağını vurgulamıştım.

Yine sözkonusu yazılarımda 1963 Ankara Anlaşmasının özelliklerinin gözden kaçırılmaması gereğini yeterince vurguladığımı düşünüyorum.

Kaygılarımı bir yana bırakırsak, mevcut gümrük birliğinin aksayan ve güncellenmesi gereken unsurlarını bu yazıda ele alma çabasına girelim.

- AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarına (STA) Türkiye’nin otomatik olarak taraf olamaması sorunu
Bu bağlamda Türkiye’nin en önemli şikayeti, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarına Türkiye’nin otomatik olarak dahil edilmemesi olmuştur. Bu anlamda kendi ürünlerini AB menşei aldıktan sonra otomatik olarak gümrük işlemlerinden muaf Türkiye’ye sokabilen sözkonusu üçüncü ülkeler, Türkiye’ye aynı ayrıcalığı tanımamak için anlaşma zeminini yokuşa sürmeyi tercih ettiler. Bu konuda daha fazla istişari işbirliğinin ne getireceği tartışma konusudur. Türkiye taleplerini sürekli olarak yenilese de bugüne kadar herhangi bir iyileştirme gerçekleşmemiş, bundan sonra sürecin nasıl iyileştirilebilceği konusu önemli belirsizlikler içermektedir.

- Tarım ürünlerinin gümrük birliğine dahil edilmesi.
Mevcut gümrük birliğinin sanayi ürünleri ve işlenmiş tarım ürünlerinin sanayi katkısı ile sınırlı tutulmasının gerekçesi AB’nin ortak tarım politikasıdır. Eğer tarım ürünleri de gümrük birliğine dahil olacaksa, Türkiye’nin AB’ye paralel bir tarım politikası izlemesi gerekir ki; AB’nin tarım bütçe olanaklarından yararlanmaksızın, tarım ürünlerine yüksek sübvansiyon anlamına gelen bu politikayı özellikle mevcut ekonomik koşullarda Türkiye’nin üstlenmesi hemen hemen imkansızdır.

- Hizmetlerin gümrük birliğine dahil edilmesi.
Bu noktada AB hukuku kapsamında hizmet kavramının esas itibarı ile işçilerin ıdşında kalan, yani bordroya tabi olmaksızın bir ücret karşılığında mesleklerini ifa eden kişiler olduğu anlaşılmaktadır. (Doktor, mühendis, hukuk danışmanları, vb.) Kişilerle ilgili olarak diplomaların karşılıklı tanınması sorunu önemli bir engl-el olarak görülmekteyse de, son zamanlarda özellikle nüfusu giderek yaşlanan ve çalıştırılacak genç nüfusu azalan Almanya’nın mevcut koşulları esnetme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.

Hizmetlerin serbest dolaşımının bir diğer ayağı makro ekonomik kavram olarak anladığımız hizmet sektörleridir. Esasen bu noktada zaten hizmet serbestisinin varlığından bahsedilebilir (bankacılık, sigortacılık, vb.). Bununla birlikte çok sorunlu bir AB talebinin “kamu ihalelerinin karşılıklı açılması” olduğu dikkate alındığında, ülkemiz içinden gelecek reaksiyonların ne olabileceği aşikardır. İhale kanunun 300’e yakın değişikliğe uğratıldığı dikkate alındığında, adrese teslim ihalelerin bu vesile ile ortadan kalkacağı ve nihayet siyasetin finansmanının sekteye uğrayacağı düşünülürse, gümrük birliğinin güncellenmesinin lafta kalacağı endişesi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Doğruluğundan tam olarak emin olmamakla birlikte Sayın Davutoğlu’nun başbakanlık koltuğunu kaybetmesi hikayesinin arkasında gümrük birlğinin güncellenmesi ve dolayısı ile kamu ihalelerinin tartışmaya açılacağı endişesinin yattığı rivayeti de dolaşmaktadır.

Konu sıkıcı ve teknik… Ama çok fazla gelecek hikayenin de temelini oluşturma potansiyelinde.

Devam edeceğiz.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 20 Oct 2023 2:01    Sujet du message: Répondre en citant

Trajedi

Can Baydarol



Hamas’ın yaptığının affedilir tarafı yok. Hangi nedenle olursa olsun izah edilemez. İsrail’in karşılığı olsa olsa insanlığa karşı suçun daniskası. Hamas’ı kınayıp, İsrail’e ses çıkarmamak, aksine sonuna kadar yanındayız mesajları vermek ayıp kavramına ayıp.

Belki yıllar sonra Hamas’I bu saldırıyı yapmaya kimin ya da kimlerin ittiğini öğreneceğiz. Ama sonuçta olan masum kadın erkek sivillere, çocuklara oluyor. Peki İsrail bütün Filistinlileri Gazze’den sürse Ortadoğu’ya barış gelir mi? Asla. Peki Hamas esas büyük zararı kendi halkına verdiğinin bilincinde mi? Bilincine varsa ne olur, varmasa ne olur, iş işten geçti. Bu arada Rusya Ukrayna savaşı bitti de bizim mi haberimiz yok!..

En kötü insan huyu, insanlık trajedilerine alışmak, vahşetin haber değerinin giderek sıradanlaşması, değer yitirmesi olsa gerek.

Bütün bunlar olup biterken bir heyetle birlikte, kısa süreliğine, bir dizi toplantıya katılmak üzere Brüksel’e gitmiştik. Son Brüksel ziyaretimizde, 24 Şubat 2021’de Rusya Ukrayna ile savaş başlatmıştı, bu gittiğimizde de Hamas İsrail’e saldırdı. Bunu dile getirdiğimizde bir kara mizah olarak, “aman bir daha buralara gelmeyin, ayağınız uğurlu gelmiyor” dediler. Ben de cevaben “gelmememizi istiyorsanız Türkiye’yi AB’ye üye yapıp sorunları çözün, bir daha buraların hava sahasından bile geçmem !” dedim.

Dünya’nın içine girdiği kaotik süreç galiba Türkiye – AB ilişkilerinde az da olsa işbirliğine geri dönüşe katkı sağlayacak.

Doğrusunu söylemek gerekirse Brüksel’e gederken ilişkiler adına oldukça karamsar bir tabloyla karşı karşıyaydık. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Sanchez Amor hazırladığı raporda, Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin tam üyelik rayından çıkartılmasını talep etmiş, Parlamento raporu büyük bir çoğunlukla genel kurulunda kabul etmişti.

Daha önce farklı mecralarda yazdığım yazılarda, bu önerinin asla kabul edilemeyeceğini, AB ile ilişkilerimizin hukuki temelini oluşturan 1963 Ankara Anlaşmasından tam üyelik hedefinin çıkartılması halinde, mevcut gümrük birliğini dahi ortadan kaldırabilecek şekilde Ortaklık Konseyi kararlarının bütününün geriye yönelik olarak tartışmaya açılabileceği tehlikesine dikkat çekmiştim.

Anlaşıldığı kadarıyla Avrupa Komisyonu da bu tehlikenin farkına varmış. Komisyon yetkilileri öncelikle Sanchez Amor’un raporunun 2022 Komisyon Raporunu dikkate alarak kaleme adığını (zehir zemberek bir rapordu), ne Amor’un, ne de oylayan parlamenterlerin ilişkilerin teknik doğası ile ilgili hiçbir bilgilerinin olmadığını, o günün algısına bağlı olarak kendi seçmenlerinin hoşuna gidecek şekilde davrandıklarını belirttiler.

“Peki bu seneki raporunuz nasıl olacak ve ardından ne bekleyebiliriz?” sorusuna cevap olarak da, “tabii ki siyasi konularla ilgili eleştirilerimiz olacak, ancak Türkiye’nin kaybedilmemesi adına bir dizi işbirliği alanlarına yer verip, yarıda kalan işlerimizin tamamlanması gereğinin altını çizeceğiz” şeklinde konuştular.

Yarıda kalan işlerin başında “gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize serbestisinin kademeli olarak gerçekleştirilmesi” geliyor. Aslında her iki alan da çok kolay alanlar değil.

Gümrük birliğinin güncellenmesi çok uzun sürebilecek bir müzakere sürecini beraberinde getirebilir. Vize serbestisi ise bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Schengen vizesi almaksızın AB ülkelerine gitmesinin önünü mevcut koşullarda açabilir gibi gözükmüyor. Daha ziyade bazı meslek gurupları için vize kolaylığı demek daha uygun. Örneğin iş insanları, akademisyenler, öğrenciler, gazeteciler, uluslararası mal ve insan taşıyan şoförler gibi. Hem daha kolay hem de uzun süreli vizelerin verilmesi sözkonusu olacak.

Avrupa Komisyonu’nun bu raporu Kasım ayı içinde yayınlanacak. Yalan söylemeyeyim, son okuduğum Komisyon raporu 2011 tarihliydi. 12 yıl aradan sonra merakla okuyacağım ilk rapor olacak.

Ardından AB hükümet ve devlet başkanları (AB Konseyi) Aralık ayında bir araya gelecek ve Konsey nihai bildirisinde Komisyon raporunu esas alarak Türkiye ile ilgili bir kaç paragrafa yer verecek.

Önümüzdeki günler hareketli geçeceğe benziyor. Fırsat buldukça sizler için değerlendğrmeye devam edeceğim.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 27 Oct 2023 12:31    Sujet du message: Répondre en citant

Nafile

Can Baydarol



Savaş bütün şiddetiyle iki cephede de devam ediyor. Kuzey’dekine alıştık, bütün dikkatimiz Güney’de. Doğal olarak Güney bizi daha çok ilgilendiriyor. Uzun süredir sakin kalmayı başaran dış politika çizgimiz ne yazık ki vahşet görüntüleri arttıkça, iktidar ortaklarının sabırlarını taşırmaya yol açtı. Önce Sayın Bahçeli sapan ve taşla Gazzeye yürüyebileceğini ifade etti, ardından Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanların en sert çıkışını yaparak açıkça Hamas’I desteklediğini beyan etti.

Hepimiz İsrail’in tutumunu lanetliyoruz. Kadın, erkek, çocuk, bebek demeden yapılan cinayetlerin artık bir soykırım boyutuna erdiğini görmeyen kalmadı. En basit ifadesiyle “senin atalarının uğradığı lanet olası soykırım, senin başkalarına aynı muameleyi yapmanı asla haklı çıkarmaz!” Ancak Hamas’I haklı görmek, kendi soydaşlarını ölüme sürükleyen ve İsrail ile ABD’nin Ortadoğu hedeflerine varması için yaptığı eylemi kabul etmek de mümkün değil. Kaldı ki Dışişleri Bakanı’nın garantör olma, hadi olmadı diyelim arabuluculuk rolünü üstlenme istemi ancak bu şekilde baltalanabilir.
Devlet adamlığının gereği olarak dış politika, hele bu kadar hassas dönemlerde, duygular üstünden değil, gerçekler ve ülke çıkarları üstünden okunmak zorundadır.

Bu arada “kimin yerinde olmayı hiç istemezdin?” diye birisi bana sorsa cevabım kesinlikle Mehmet Şimşek olurdu.

Büyük umutlarla Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen Şimşek, sanki elinde sihirli bir değnek varmışçasına ülkeden ülkeye koşup para arıyor, ne yazık ki eli boş geriye dönmek zorunda kalıyor. Tamam Merkez Bankası’nın politika faizi artırma kararlarıyla kısmen ne idüğü belirsiz heterodoks politikalardan vazgeçip, ortodoks politikalara dönüş sinyalleri var olmasına var da, peki yapısal reformlar ne olacak? Sayın Şimşek’in yetki alanında yapısal reform yapabilme yer alıyor mu? Yani siyasi gücü hukuk sahasını düzeltmeye yetiyor mu? Yoksa Bakan olmaktan ziyade iyi bir ekonomi bürokratı, teknisyeni olmakla sınırlı bir görev tanımı içinde mi hareket ediyor?

Gelen iyi haber Can Atalay’ın durumu ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin kararı oldu. Bu kararın ilk derece mahkemesine bildirimi ile birlikte, Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerekiyor. Peki Adalet Bakanı’nın “hele gerekçeli kararı görelim, sonrasında bakarız” mealindeki sözleri, doğan bir umudun derhal imha edileceğini düşündürtmüyor mu?

Kabul edelim, Kuzey’deki ve Güney’deki savaş ortamı ülkemizin önemini misliyle artırıyor. Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya açılan kapıların tam ortasındayız ve Kuzey yolları ile Güney yolları kapalı. Şu an için tek güvenli bölge Türkiye. Normal koşullarda bu görünüm altında Türkiye’ye sermaye yağmasını beklersiniz. Peki neden gelmiyor? Neden Şimşek sürekli eli boş, nafile bir uğraşın sonunda geri dönüyor?

Sorun hep aynı sorun, Türkiye’ye karşı uzun süredir var olan güven erozyonu bütün şiddeti ile devam ediyor.

Güven tekrar tesis edilebilir mi?

Bu koşullar altında maalesef zor.

“Cumhuriyetimizin 100üncü yılında bu duruma neden düştük?” sorusunu ise sadece kişiler üstünden tartışma kolaylığından da mutlaka kaçınmak gerekiyor. Burada kollektif bir sorumluluğun varlığına dikkat çekmek gerekiyor.

Neyse, enseyi daha fazla karartmaya gerek yok.

Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Bizler tabi ki göremeyeceğiz ama Bayramımızın coşkuyla kutlanacağı nice yüzyıllara.

İsrail’I telin mitingine katılacakların, Cumhuriyeti kutlama şenliklerine de katılması temennisi ile.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 31 Oct 2023 3:42    Sujet du message: Répondre en citant

Cumhur Cumhuriyete sahip çıkınca

Can Baydarol


28 Ekim 2023 günü önemliydi.

Yurdun dört bir yanından gelen organize kıtalar, İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırımı telin etmek için Atatürk havalimanında bir araya geldiler. İsrail’in yaptığının bir insanlık suçu oluşturduğu kesin. Ama bunu söylerken açık bir şekilde Hamas’ın arkasındayız mesajı da çok yanlış. Neyse, bu konudaki düşüncelerimize daha önce bu satırlarda yer vermiştik. Kendimizi tekrar etmeye gerek yok.

29 Ekim 2023 günü çok daha önemliydi.

Cumhuriyetimizin 100üncü yılının nasıl kutlanacağı konusunda iktidar cephesinin çok fazla hevesli olmadığı, Gazze’de yaşananlar bahanesinin arkasına sığınılarak mümkün olan en alt düzeyde kutlamaların geçiştirileceği havası hakimdi. Hatta bazı büyükelçiliklerde resepsiyon verilmemesi sözkonusuydu.

Ama anlaşılan cumhur öyle düşünmedi. Sabahın ilk ışıklarından gece yarısına kadar eline bayrağını alan sokaklara döküldü, Cumhuriyetine sahip çıktı. Devlet erkanı istediği kadar Cumhuriyeti ve Atatürk’ü önemsememek için gayret gösterse de, cumhur hem Cumhuriyetine, hem de kurucu lider Atatürk’üne sonuna kadar sahip çıktı.

İstendiği kadar donanmanın İstanbul Boğazı’ndan geçişi teamüllere aykırı olarak Vahdettin köşkünden selamlansın, cumhur selamlamanın yapılması gereken Dolmabahçe Sarayına akın akın gitti, ATA’sının hayata gözlerini yumduğu odanın kapısını bir an bile boş bırakmadı.

Anıtkabir görüntüleri ulusuna laikliği, akıl ve bilim yolunu armağan eden büyük liderin asla hafızalardan silinemeyeceği gerçeğini açıkça gösterdi.
Kısaca 100üncü yıl kutlamaları, ne kadar engellenmek istenirse istensin, büyük çoşkuyla kutlandı. Özellikle gençlerin Cumhuriyete ve Atatürk’e bunca sahip çıkmaları gelecek açısından umutlanmamıza da neden oldu.
Bir gün önceki organize edilmiş birliklerin yerini, kendiliğinden organize olmuş insan yığınları aldı.

Atatürk’ten söz etmişken…

Bizim kuşağın çocukluk ve gençlik yıllarımız darbeler tarihi gibidir. İki yaşındayken pek hatırlamasam da 1960 darbesi oldu. Tek hatırladığım üzgün babamın çok sevdiği subay üniformasını bir daha giymemek üzere dolaba astığı. Babam EMİNSU olmuştu.

Ardından 1970 darbesine çocuk yaşımda tanıklık ettim.

1980 darbesi ise gençlik yıllarıma denk geldi.

Özellikle 80 darbesinin mimarı Kenan Evren bize aykırı gelen her eylemini Atatürk devrimlerine bağladıkça, ne yalan söyleyeyim bizim kuşakta ciddi bir Atatürk alerjisi oluşmuştu. Alerjinin kaynağı Atatürk değil, 12 Eylül 1980 rejimiydi.

Tekrar bugünün gençliğine ve Atatürk sevgisinin yükselişine dönersek.
Akıl ve bilim yolundan uzaklaşmanın, devlet yönetimindeki mantıksızlıkların Atatürk sevgisinin yaygınlaşmasına neden olduğu çok açık.

Peki bu kadar kimsenin organize etmediği insan yığınları sokağa dökülürken, bu yığınları organize etmesi beklenen muhalefet nerede?

Bir arkadaşıma bu konuyu açtığımda, “oğlum onlar iktidara değil, kendi kendilerine muhalefet etmenin kendi misyonları olduğuna inanıyorlar!” dedi.

Neyse enseyi karartmaya gerek yok, umarım Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı birincisinden çok daha iyi geçer. Akıl ve bilim yolunu ön plana çıkarttıkça, bu temenninin gerçeğe dönüşmemesi için hiç bir neden yok.

Bu arada gözden kaçmış olabilir, yurt dışından yapılan kutlamalarda özellikle AB kanadının “Tam üyeliğe aday ülke Türkiye…” ifadesine yer vermesi dikkat çekiciydi.

Bekleyip göreceğiz.





Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 07 Nov 2023 2:22    Sujet du message: Répondre en citant

CHP değişir mi?
CHP değişirse Türkiye değişir mi?
Türkiye değişirse Dünya değişir mi?

Can Baydarol



CHP kurultayını yaptı. Büyük bir ilgiyle izlediğim kurultayda ilk gözlemlerim:

- Kılıçdaroğlu çok yıpranmıştı, konuşmasında bu yıpranmışlığın izleri fazlasıyla vardı.
- Özel heyecanlıydı, değişimi ne kadar anlattığı bilinmez ama seçimin galibi çıkacağı belliydi.
- Sonuçta Kemal Bey’in daha hakettiği bir jübile ile Genel Başkanlığı devretmesi beklenirdi, ikinci tura gidilmesi Kemal Bey cephesi için hataydı.
- Kemal Bey’in “hançer” metaforu ile yerel seçimlerde her türlü ittifaka kapıları kapatması, büyük şehirlerde belediyelerin kaybedilmesi algısını yarattı.
- Özel’in seçilmesine herhalde en fazla, kendisini destekleyen İmamoğlu sevindi. Hatta bu seçimi İmamoğlu’nun kazandığını öne sürenlerin sayısı az değil.

Yukarıda sıraladıklarım hafta sonu izleyebildiklerimin ana başlıkları.

Gelelim bu yazının başlıklarına.

CHP değişir mi?

Özgür Bey ve destekleyenleri “değişim” diye yola çıktıklarına göre, değişmesi gereken CHP’yi herhalde bizden daha iyi biliyorlardır.

Ama bazı gerçekleri bir kaç kez yenilemekte yarar var.

Öncelikle 100üncü yıl Cumhuriyet bayramı sırasındaki halk çoşkusu ile Cumhuriyet’in kurucu partisi arasında ciddi bir uyuşmazlık sorunu olduğu açık. Yakın çevremde CHP’ye oy verenlerin pek çoğunun başka alternatif olmadığı için oy verdikleri, oy verirken kafalarının arka planında sinkaflı sözlerin yer aldığı, bu oyları alanların da sanki bir başarı öyküsüymüş gibi koltuklara yapıştıkları algısı düne kadar çok yüksekti.

Özgür Bey’in mutlak surette bu algıyı kırması gerekir. Sandığa gidecek CHP tabanının küfür ederek değil, sahiplenerek oy kullanmaya gitmesi yapılması gereken işlerin başında geliyor.

Bugün Türkiye çok zor bir paradigmanın içinde yaşıyor. Gerek uluslararası sorunlar, Kuzey’imizde ve Güney’imizdeki savaş koşulları, gerekse içine girdiğimiz ekonomik kaos ortamı bugüne kadar görülmemiş sıkıntıları vatandaşlarımızın sırtına yüklemiş vaziyette.

Yaşadığımız bütün sıkıntıların temelinde ise “güven” kavramı yer alıyor. Gözlemleyebildiğimiz kadarı ile Türk insanı hiç bir şeye güvenemiyor ve son aşamada da özgüvenini yitiriyor. Peki en güvenilmeyenlerin başında kim yer alıyor? Hiç kuşkusuz siyasetçiler.

Eğer CHP değişecek ise, mutlak surette güvenilir bir algı yaratmak, bu güvenin içini doldurmak zorunda. Kolay mı?

Bekleyip göreceğiz. Hiç kolay değil ama enseyi de karartmamak lazım.
CHP değişirse Türkiye değişir mi?

En azından mevcut görünüme bakıldığında bugünden yarına pek olası gözükmüyor. Mevcut anayasal düzen ya da düzensizlik, parlamentonun mevcut durumu, vs. dikkate alındığında, 2028 seçimlerine kadar çok fazla umut taşımamıza imkan tanımıyor.

Ama ortada bir ara hedef var. Yerel seçimlerdeki başarı ya da başarısızlık farklı dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bu bağlamda mutlak surette seçim ittifaklarından vaz geçilmemesi, hukukun üstünlüğünün tamiri için en üst perdede mücadele verilmesi (beyhude olsa bile), soframdaki ekmek ile hukukun ne ilişkisi var diye soran ortalama vatandaşta farkındalık yaratılması ilk akla gelenler.

Haksız yere siyasi gerekçelerle tutuklu kişilerin varlığı sözkonusu olduğu sürece, Türkiye’ye bırakın sermaye girişini, sermaye kaçışının tetiklendiği doğru anlatılabilmeli.

Değişecek CHP, hemen olmasa bile Türkiye’nin de pozitif yönde değişmesini sağlayabilir.

Türkiye değişirse Dünya değişir mi?

Kuzey’imizde ve Güney’imizde yaşanan savaşların ortaya çıkardığı insanlık trajedilerini hep beraber izliyoruz ve korkarız daha uzun sürede izlemeye devam edeceğiz. Türkiye’nin izlediği dış politikaya baktığımızda, bazen devlet aklı devrede diye düşünsek de, ardından ideolojinin galebe çaldığı açıklamalarla karşı karşıya geliyoruz.

İsrail’i insanlığa karşı suç işlemekle suçlamak ne kadar doğruysa, Hamas’a sahip çıkmak o kadar yanlış. Bu konudaki düşüncelerime daha önce bu köşede yer verdiğim için lafımı fazla uzatmayacağım. Sadece bu görünüm altında Türkiye’nin uluslararası platformda “güvenilmeyen, yarın ne yapacağı belli olmayan ülke” olarak algılandığının altını çizmekle yetinelim.

Oysa günümüz koşulları altında Türkiye’nin stratejik önemi misliyle artıyor. Türkiye dünya barışı için rol oynayabilecek ülkelerin başında gelirken, ne yazık ki dış politikanın gerçeklerinden uzak söylemlerle bu rolü oynayamıyor.
Enerji kaynaklarının geçiş yolunun tam merkezinde, Batı ile Uzakdoğu tedarik zincirinin tek adresi niteliğindeki Türkiye çok daha fazlasını hak ediyor.

CHP’deki değişim rüzgarı Türkiye’yi pozitif yönde değiştirir mi? Bu değişim Dünya’daki değişimi yine pozitif yönde tetikleyebilir mi?

İzlemeye devam edeceğiz.



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 08 Nov 2023 20:56    Sujet du message: Répondre en citant

Fırsat tepmek

Can Baydarol



Hareketli bir hafta sonu geçirdik. Hareketli bir haftaya başladık.

CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’e Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın salvoları hemen geldi. Özel’in kurultay konuşmasındaki selamları, terörizme ve teröristlere destek olarak nitelendirildi ve “yok birbirinizden farkınız!” diye Kılıçdaroğlu ile Özel aynı mertebeye indirgenerek değerlendirildi. Bu noktaya yazımızın sonunda tekrar geleceğiz.

Yine hafta sonu Türkiye’ye gelerek, haftanın ilk iş gününde Dışişleri Bakanı Fidan’la biraraya gelen ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’den ayrılırken yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi.

Blinken’ın Türkiye’ye gelişinde yaşanan gariplikler bir yana (gelecek mi? gelmeyecek mi?), karşılanışının vali yardımcısı seviyesinde yapılması esasen hoş olmayacak bir temasa işaret eder nitelikteydi. Yaklaşık 2 saat süren görüşmenin ardından ortak bir açıklamanın yapılmaması hoşnutsuzluğun kanıtı olarak algılandı.

Ama Blinken Ankara’dan ayrılırken hava alanında yabancı basına yaptığı açıklamalar, görüşme ile ilgili önemli ipuçları verdi. “Gazze’den sivillerin çıkartılması konusunda önemli görüşmeler yaptık!”

Gazze’den tahliye edilecek sivillerin kaçının adresinin Türkiye olacağı konusunda şimdilik rivayet muhtelif. İnsanlık dramının müsebbiplerinin yükünü yine Türkiye mi çekecek? Bilemiyoruz.

Bütün bunlar olup biterken, aynı sıralarda Avrupa Merkez Bankası ilgi çekici bir anket açıkladı. Çok uluslu işletmelerle yapılan bu anket, küresel üretim ve tedarik zinciri riskleri ile ilgili olarak önümüzdeki 5 yıl içinde jeopolitik risklerin etkilerini incelemeyi amaçlıyor.

(Bkz.
https://www.ecb.europa.eu/pub/economic-bulletin/focus/2023/html/ecb.ebbox202307-01-2a0bcf0b48.en.html)

Bu anket ya da araştırma önemli ipuçları veriyor. Artan jeopolitik risklerin sonucu olarak, çok uluslu işletmeler özellikle Çin’den AB komşu ülkelerine doğru çekilme eğiliminde olacak. Anketin yapıldığı dönem itibarı ile jeopolitik risk olarak Rusya-Ukrayna savaşı ile Çin’in yayınlanan son NATO belgesinde potansiyel tehdit olarak yer alması dikkate alınmış. Diğer ifadesi ile İsrail-Filistin savaşı henüz patlak vermemiş.

Batı ile Doğu’yu bağlayan tedarik zinciri yolları dikkate alındığında, Kuzey hattı Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle kapalı. İnşası düşünülen Hindistan’dan başlayıp Suudi Arabistan üzerinden AB’ye ulaşacak (Türkiye’yi by-pass’layarak) Güney hattı da daha başlamadan bitti gibi. Dolayısı ile tek yol Türkiye üzerinden geçen orta kuşak hattı. Bu görüntü Türkiye’nin gerek başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkelerindeki yatırımların yeni cazibe merkezi haline gelmesi için ne denli önemli hale geldiğini göstermez mi? Ama durun, hemen heyecana kapılmayın. Ankete göre tedarik zinciri riski yaratan ülkeler sıralamasında Çin, ABD, Tayvan, Hindistan, Rusya ve Türkiye yer alıyor.

Peki neden riskli ülkeyiz?

Kendimizi her an sıcak bir çatışmanın içinde bulabileceğimizden ötürü mü? Ankete yanıt verenler bu ihtimali de düşünmüş olabilirler. Esasen Güneydoğu sınırımızda 30 yılı aşkın süredir vekillerle savaş halindeyiz. Ama bu durum geçtiğimiz yıllarda önemli yabancı yatırımlarının Türkiye’ye gelmesini engellemedi.

Pek çok uzmanın da belirttiği gibi esas risk, hukukun üstünlüğünü gözeten ülke olmaktan giderek daha fazla uzaklaşmamız.

Bırakın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamayı, Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi uygulamayan birinci derece mahkemelerinin olduğu bir ülkeye yabancı yatırımcının güvenmesi nasıl sağlanabilir?

Mesele Sayın Cumhurbaşkanı’nın “yok birbirinizden farkınız!” söylemindeki iç politika polemiği değil, Türkiye’nin içine girdiği ekonomik darboğazdan nasıl çıkabileceği meselesi. AİHM kararlarına uyulacağı ve dolayısı ile hukukun üstünlüğüne saygının yolunun açılması meselesi.

Bu olmadığı takdirde Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek şu en uygun ortamda yabancı sermayeyi çekmek için beyhude dolaşır durur. Blinken ile kabul edilecek Filistinli başına şu kadar para pazarlıkları yapıla gider.

AB bu verilerin ışığı altında yeni genişleme dalgasını, şu an için AB’nin dışında kalan Balkan ülkelerine doğru başlatma eğilimini beyan ederek, çok uluslu işletmelere yeni adres göstermenin peşinde değil mi?

Umarım değişim rüzgarlarını arkasına alıp partisinde iktidara gelen Özgür Bey’de nelerin değişmesi gerektiğinin farkındadır. Görüş açılarımızı değiştirmeden fırsat tepmeye devam ederiz endişesindeyim.





Dernière édition par administrateur le 07 Déc 2023 13:41; édité 1 fois
Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 20 Nov 2023 17:46    Sujet du message: Répondre en citant

Avrupa, Avrupa duy sesimizi!..

Can Baydarol


Hareketli bir hafta geçirdik. Hafta içinde aldığım notları şöylesine sıralamakla bu yazıya başlamak istedim. Aslında her bir not başlı başına bir yazının konusu olabilirdi.

Önce “Türkiye’de hukuk kaldı mı?” diye sorduk, anayasa tartışmalarını izledik. Sayın Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi Yarargıtay tartışmasında arabuluculuk misyonunu üstlenme niyetini öğrendik. Kendisine göre bu görev kendi yetki alanında. Ancak açıkça Yargıtay’ın tarafını tutarken, tarafsız olunması gereken ara buluculuk misyonunun nasıl yerine getirilebileceğini pek anlayamadık.

Hukukun üstünde bunca kara bulutlar dolaşırken, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in para bulma çabalarının beyhude olduğu konusundaki kanaatimiz daha da pekişti.

Polat çifti ile başlayan görgüsüzlüğün, diğer benzerleri ile bir arada esasen bir kara para aklama operasyonunun reklamları niteliğinde olduğunu anladık. Mevcut İçişleri Bakanı ile bir önceki arasındaki farkın nedenlerini sorguldık. Bu arada pek çoğumuz hayatımızı sürdürebilmek için bunca alın teri dökerken, neden bir güzellik salonu açmayı düşünmediğimize hayıflandık.

Emekli maaşı yetmediği için çalışmak zorunda kalanların sadaka niteliğindeki 100üncü yıl emekli ikramiyesinden mahrum edilmelerini mantığımızla bağdaştıramadık.

Bütün bu tuhaflıkların ardından Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haftanın son iş gününde gerçekleştirdiği Almanya ziyareti bambaşka bir perspektiften olanı biteni değerlendirmemiz gerektiğini de gündeme taşıdı. Dolayısı ile bu yazının ana konusu haline geldi.

Önce 2024’ün 24 Şubat günü ikinci yılını dolduracak olan Rusya Ukrayna savaşı ile ilgisi olan kaldı mı? Bir tür vaka-yı adiye pek çoğumuz için. Orada da hayatını kaybedenlerin sayısı 100 binleri geçti çoktan. İlgilenenler yok mu? Var tabi. Geniş halk kesimleri için belki bir haber niteliği bile taşımaz halde.

Çoğumuzun gözleri ise başka bir insanlık trajedisinin üstünde. Hamas’ın İsrail’I vurması ile başlayan, İsrail’in orantısız güç kullanımı ile şimdilik 10 binin üstünde Filistinlinin yaşamını yitirmesine yol açan 21inci yüzyıl insanlık trajedisini, bir diğer ifadesi ile naklen soykırımı dehşet içinde izliyoruz.
Daha önce yazdık, yineleyelim, atalarınızın soykırım suçuna uğramış olması, siz torunlarına soykırım yapma hakkı tanımaz.

Erdoğan’ın Almanya ziyareti de bu algı içinde gerçekleşti. Önca Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier, ardından Alman Şansölyesi Scholz ile bir araya gelen Erdoğan’ın ne elde edip edemediğini önümüzdeki günlerde bolca tartışacağa benziyoruz.

Şimdilik dikkatimizi çeken bazı ana unsurları aktarmakla yetinelim.

- Gerek Erdoğan, gerekse Steinmeier ile Scholz’un kendi pozisyonlarından geri adım atmadıkları net bir şekilde anlaşıldı. Erdoğan daha önce Hamas’I savunurken kullandığı sert ifadelerden kaçınsa da, Fiilstin mücadelesinin arkasında durdu, Alman muhatapları ise sergilenen insanlık trajedisini “İsrail’in kendisini savunma hakkı olarak” beyan ettiler. Almanya’nın bu çerçevede ABD’den bile daha İsrailci olduğu ber gerçek.

- Hani iki liderin görüşmeden sonra basın toplantısı yapmasına alışkınız da, bu kez yapılmayacağı söylenen basın toplantısının, görüşmeden önce yapılması manidardı.

- Alman gazetecinin tahrik edici sorusuna karşı Erdoğan’ın cevapları oldukça sertti. Nazi Almanyası’nın Yahudi soykırımı ile özdeşleşen ve bugünün Almanlarının duymak istemediği “holokost” kavramını Berlin’de kullanmak, pek çok kişi için aşırı cesaretli bir yaklaşımdı. Kimine göre Türk-Alman ilişkileri bundan böyle geri dönüşü olmayan bir bozulmaya gidecek, kimine göre de aşırı cesaret bazen düğümlenen ilişkilerin açılmasının tek yolu. Bekleyip göreceğiz.

- Erdoğan Almanya’ya gitmeden önce bütün Alman basınının hakarete varan boyutlarda Erdoğan’I hedef tahtasına oturtması, sanki Alman hükümetinin yönlendirmesi ile ortaya çıkan bir müzakere taktiğiydi. Özellikle F35’I ikame etmek üzere Türkiye’nin satın almak istediği Eurofighter konusunun yine aynı Alman gazeteci tarafından gündeme getirilmesini bir tehdit olarak algılayan Erdoğan, önce Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olduğuna işaret etti, ardından da sizden almazsak, başkalarından alırız diyerek, üstü kapalı biçimde bütün Batı dünyasını tehdit etti. ABD’nin verilmesini engellediği F35, Almanya’nın verilmesini engelleyeceğinin ima edildiği Eurofighter’ın alternatifi şimdilik Rus ve Çin uçakları. Bakalım bu ima NATO içinde bir tavır değişikliğine yol açacak mı? Peki İsveç’in TBMM’de beklemekte olan NATO üyeliği bu pazarlıkların neresine oturacak.

- Hiç mi pozitif bir şeyler olmadı? Galiba Avrupa Komisyonu’nun son zehir zemberek raporuna rağmen Türkiye ile AB arasındaki gümrük birliğinin güncellenbileceği, vize kolaylığı yolunda adımlar atılabileceği ihsas edildi. Bunun için Aralık ayındaki AB zirvesini bekleyip göreceğiz.

Evet geçtiğimiz haftanın son günü adeta “Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri!” kıvamında geçti. Ayak seslerimiz duyuldu mu? Dikkate alınır mı? Şimdilik pek bir fikrimiz yok.

Peki bu olandan bitenden Filistin’de yaşayanlar olumlu bir gelişmeye tanıklık ederler mi?

Maalesef umudumuz yok…


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 27 Nov 2023 1:59    Sujet du message: Répondre en citant

Aşırı sağın önlenemez yükselişi

Can Baydarol


Hollanda seçimleri Wilders’in galibiyeti ile bitti. Aşırı sağcı, İslam karşıtı, İsrail sempatizanı, gerekirse camileri kapatma sözlerini çekinmeden söyleyen, AB’den çıkmak için referanduma gidebileceğini ifade eden Wilders’in partisi, 150 sandalyelik Hollanda Parlamentosunda 37 sandalyeye sahip olarak birici parti oldu. Doğal olarak tek başına iktidar değil, başbakanlık koltuğuna oturabilmesi için en az 4 partilik bir koalisyona ihtiyacı var. Görüldüğü kadarı ile yelpazenin solunda ve merkezinde yer alan partiler Wilders ile aynı fotoğraf karesinde yer almak istemiyorlar. Dolayısı ile Wilders’in işi kolay değil. Şimdi ne olur sorusuna verilen cevaplar ya yeni bir erken seçim olur ya da Belçika örneğinde olduğu gibi uzun süre hükümetsiz bir yönetim olabilir şeklinde. Belçika’da yaklaşık 1.5 yıl hükümet kurulamamış, buna karşın Belçikalılar hükümetsizlikten hiç şikayetçi olmamıştı.

Peki aşırı sağ sadece Hollanda da mı yükseliyor?

Hatırlayalım.

Fransa’da Le Pen’in oylarını aşırı derecede yükseltmesine rağmen, karşıtlarının Macron’a katlanmak pahasına oy vermeleri sonucunda Cumhurbaşkanlığına gelememe hikayesini yaşamadık mı? Peki önümüzdeki seçimlerde Le Pen’in seçilme ihtimali sadece Fransızların değil, hepimizin korkulu rüyaları arasında yer almıyor mu?

İtalya’da Mussolini’den sonra ilk kez aynı jargonu kullanan Meloni’nin başbakanlık koltuğuna oturmasına tanıklık etmedik mi?

Almanya’da aşırı sağcı Almanya için alternatif partisinin yükselişi korkutucu değil mi?

Örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Avrupa’ya bakarken Arjantin’i de pas geçmeyelim. Milei’nin Cumhurbaşkanlığına geçtiğimiz hafta seçilmesi ile Güney Amerika’da da aşırı sağ popülizmin ne noktaya geldiğine hep beraber tanıklık ettik.

Peki aşırı sağ neden yükselişte ve özellikle kıta Avrupası seçmenleri giderek neredeyse faşizme varan eğilimlerin temsilcilerine neden geçit veriyor?
Herhalde en basit anlatımı ekonomiden kaynaklanan sorunlar. Pandemi ile birlikte başlayan ekonomik bozulma, ardından Rusya-Ukrayna savaşı ve şimdi de İsrail-Filistin savaşı.

Öncelikle Rusya-Ukrayna savaşının getirdiği ekonomik etkiye bakalım.

Rusya’ya uygulanan ambargolar sonucunda özellikle artan enerji maliyetleri, Rus pazarının kaybı, tedarik zincirinde yeni kırılmalar. Yanı sıra AB ülkelerinin İkinci Dünya Savaşından bu yana ilk kez kendi sınırlarında bir sıcak çatışma tehlikesi ile karşı karşıya gelmeleri. Bu tehdit algısı karşısında geçtiğimiz yıl Almanya’nın 100 milyar Euro tutarında savaş sanayiine yatırım yapması, benzeri tutumu Fransa’nın izlemesi. AB’yi AB yapan refah devleti anlayışının yerini giderek güvenlik endişelerinin alması.

Alman ekonomisinin bu sene yüzde 3 küçülmesi bekleniyor, peki ya Avrupa Komisyonu’nun mali disiplinsizlik nedeniyle mali izlemeye aldığı Fransa?
Savaşların beraberinde getirdiği göç dalgaları, her sorunun kaynağında İslamı görme kolaylığı, varlık nedenini pekiştirmek için ötekileştirmenin vaz geçilemezliği.

Evet Avrupa’da yükselen aşırı sağ popülizminin şu sıralarda önüne geçmek kolay değil.

Peki Avrupa’nın değişen siyasi yapısı bizi neden ilgilendiriyor?

Öncelikle o ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın güvenliğini yazmak gerekiyor. Maalesef İslamofobinin başlıca simgelerinden bir tanesi Türkofobiye dönüşmüş vaziyette.

İkinci sıraya da ekonomik gerçekleri yazmak durumundayız. Ülkemizin bir numaralı ihracat pazarı AB. Bir tarafdan içinde yaşadığımız ekonomik kriz ortamı, öte taraftan AB ekonomisinin darboğaza girmesi bizim için hiç iyi haber değil.

Hiç mi umut vaat eden gelişme yok?

Şu sıralarda esir takası için ara verilen İsrail Filistin savaşı, hiç olmazsa Gazze’de izlediğimiz insanlık trajedisine biraz da olsa son verdi. Ateşkes kalıcı olur mu? Umarız olur.

50+1 mi dediniz?

Kafa yormayı gerektiren çok daha ciddi işler var.




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 07 Déc 2023 13:40    Sujet du message: Répondre en citant

Nasreddin Hoca’nın eşeği

Can Baydarol



Yıllar önce yazdığım bir makalede Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirirken bu başlığı kullanmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam, 10-11 Aralık Helsinki Zirvesinde Türkiye’ye diğer aday ülkelerle eşdeğer adaylık statüsü tanındığında çok sevinmiş, artık tam üyelik yolu açıldı diye bayram etmiştik. Bütün televizyon kanalları seferber olmuş, Brüksel’e gönderilen naklen yayın araçları devreye girmişti.

Nasreddin Hoca’nın eşeği dememdeki kasıt, 12 Eylül 1963’de imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması, esas itibarı ile Türkiye’nin o günün AET’sine, günümüz AB’sine tam üye olabileceği ihtimali üstüne inşa edilmişti. Aradan geçen zaman içinde ilişkiler inişli çıkışlı bir yol haritası izlemiş, günümüzde olduğu gibi Türkiye Avrupa yolundan ciddi sapmalara uğramıştı. 1999 yılının Aralık ayında Türkiye’ye tekrar adaylık statüsünün tanınması, 35 yılın ardından tekrar başladığımız noktaya dönmek gibi bir şeydi. Hoş, belki de biraz daha fazlasıydı denilebilir.

Peki bugün neden aynı başlığı atma ihtiyacı duyduğuma gelince.

Yine Aralık ayındayız, AB Zirvesi alışılageldiği takvim içinde yine önümüzdeki günlerde toplanacak ve eğer iktidar kanatımızdan ciddi bir karşı hamle gelmez ise, uzun yılların ardından Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde (cılız olsa da!) adımlar atılacak.

Yine hatırlayalım, geçtiğimiz ay içinde Avrupa Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili olarak hazırladığı genişleme raporu zehir zemberek değerlendirmelerde bulunmuş ve Türkiye’nin AB’den giderek uzaklaştığı mesajlarına yer vermişti. Benzeri bir raporu geçen sene de düzenleyen Avrupa Komisyonu’nun raporuna binaen, Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü İspanyol Parlamenter Sanchez Amor’un “Türkiye’ye tam üyelik dışında bir ilişki biçimi öngören önerileri”, AP Genel Kurulu’nda büyük bir çoğunlukla kabul edilmişti. Bu durumun tehlikelerine daha önce yazdığım bir dizi makalede yer vermiştim.

Benzeri bir gelişmenin önümüzdeki yıl içinde de ortaya çıkacağı endişesi hakimken, geçtiğimiz hafta içinde AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları temsilcisi Josep Borrell’in, AB Zirvesine hitaben hazırladığı Türkiye raporu biraz da olsa yukarıda ifade ettiğimiz normalleşmenin önünü açabilir.

Raporun geniş bir analizi için değerli dostum emekli Büyükelçi Selim Kuneralp’in “Serbestiyet”teki yazısına bakmanız da yarar var.
Cılız kavramını biraz açmak istersek, öncelikle tam üyelik müzakerelerine geri dönüş sözkonusu değil. Gümrük birliğinin güncellenmesi ve Schengen vizelerinin kademeli olarak iyileştirilmesi, depremzedelere yardım, mülteci konularında işbirliği gibi sınırlı alanlarda gelişmeler yaşanabilir.

Ancak bu noktalarda da bazı ön koşullar var. Örneğin özellikle Kıbrıs konusunda geri adım atılması anlamına gelecek Birleşmiş Milletler parametrelerine geri dönüş Türkiye tarafından ne kadar kabul edilebilir?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasının önü ne kadar açılabilir? Hamas’ın desteklenmesine son verilebilir mi? vs.

Tabi bu arada Borrell’in raporunun Türkiye’de neredeyse hiç yankı bulmaması da ayrı bir soru işaretini beraberinde getiriyor. Hani hiçbir televizyon kanalından Brüksel’e naklen yayın aracı göndermesini beklemiyor olsam da, Borrell raporu hakkında 1 dakikalık haber bile yapılmamasını yadırgadığımı da belirtmeliyim.

Evet rapor “fenomenler”, Fatih Terim fonu” kadar heyecan verici olmasa bile bence geleceğe ışık tutması açısından önemli.

Bu arada Kuneralp’in yazısından anladığım kadarı ile Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek raporu memnuniyetle karşılarken, Dışişleri Bakanı Fidan sessiz kalmayı yeğlemiş. Benim anladığım Külliye’nin kafası karışık.

Şimdilik lafı fazla uzatmayalım. Tam enseyi karartmayalım derken, ensenin kararmasına yol açmayalım.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 13 Déc 2023 0:29    Sujet du message: Répondre en citant

Eniştem beni niye öptü?

Can Baydarol



Uluslararası hukukun iki önemli belirleyici koşulu vardır. Önce latincelerini yazalım.

“Pacta sund servanda” ve “rebus sic stantibus”. Yani “ahde vefa” ve “koşullar değişti”. Hangisi işinize gelirse kendi savlarınızı bu koşullardan birisine dayandırarak açıklarsınız. Örneğin bizim için Lozan Antlaşması, Montreux Boğazlar Sözleşmesi kesinlikle ahde vefa çerçevesinde savunulmak durumundadır. Komşumuz Yunanistan ise koşulların değiştiğini yeğlemektedir.

Koşulların değiştiğini siyasi arenada en iyi anlatan lider hiç kuşkusuz rahmetli Demirel’dir. “Dün dündür, bugün bugündür” mottosu hala yaşıtlarımın kulağındadır.

Koşulların değiştiğine bugünlere tanıklık eden gençler de rahmetli Demirel’i hatırlamasalar da, Allah uzun ömürler versin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yad edeceklerdir.

Çok değil, 1 yıla yakın bir süre önce Miçotakis’in kendisi için “yok” olduğunu söyleyen sayın Cumhurbaşkanımızın sürpriz Atina ziyareti, Yunanistan’da pek çok kişi için bu yazının başlığını oluşturan duygulara yol açtı.

Peki sonuç ne oldu? Türkiye ile Yunanistan arasında iyi komşuluk ilişkilerini düzenleyen bir bildirge imzalandı, Yunanistan Türkiye’ye yakın Yunan adalarını ziyarete gitmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için süresi bir haftayı geçmeyecek vize vereceği müjdesini beyan etti.

Önce hemen belirtelim, sözkonusu vize bir Schengen vizesi değil. Yani havaalanı olan bir Yunan adasına giderim, oradan bir uçağa atlar ver elini Avrupa diye düşünürseniz, yanılırsınız. Avrupa Komisyonu tarafından da istisna olarak onaylanan bu vize sadece sınırlı sayıda Yunan adası için geçerli. Bu vizeye en çok üzülenler hiç kuşkusuz Ege sahillerindeki Türk turizm işletmecileri olacak, en azından bir lahmacuna bin lira ödediler haberleri azalacak. En çok sevinenler de Yunan adalarındaki turizm işletmecileri olacak. Çok daha ucuz ve hizmet kalitesi çok daha iyi olan Yunan adalarına çok sayıda Türk vatandaşı akın edecek.
Gelelim daha ciddi konulara.

Bir önceki yazımı okuyanlar belki anımsayacaklardır.

İçine girdiğimiz hafta sonu yapılacak AB zirvesi için AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları temsilcisi Borrell’in Türkiye ile ilgili hazırladığı rapordan bahsetmiş, raporun Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek tarafından memnuniyetle karşılandığını, ancak Dışişleri Bakanı Fidan kanadında yankı uyandırmadığından bahsetmiş, bu durumun Külliye tarafında kafa karışıklığı oluşturabileceği ihtimaline dikkat çekmiştik.

Borrell her ne kadar Türkiye ile ilişkilerin buzdolabından çıkartılmasına önem veren şekilde raporu kaleme almışsa da, ilgi çeken bir başka özellik, 18 sayfalık raporun ilk ikibuçuk sayfasının Yunanistan ve Kıbrıs sorunlarına dikkat çekmesiydi.

Bu durumda sayın Erdoğan’ın Atina ziyareti Külliye’deki kafa karışıklığının sona erdiği şeklinde yorumlanabilir. Türkiye Yunanistan + Kıbrıs sorunları “yok Miçotakis”den, “dostum Miçotakis”e geçişle çözülebilir mi? Kesinlikle çözülemez. Ama en azından taraflar anlaşamadıkları konusunda anlaştılar, sorunları buz dolabına taşımaya karar verdiler gibi bir yaklaşım sözkonusu olabilir.

Daha da önemlisi göstermelik de olsa bu dostane tavır öngörülebilir iki sonuca hizmet eder.

- AB Zirvesinden sınırlı da olsa Türkiye ile bazı alanlarda işbirliğine yeşil ışık yakılması;
- Türkiye Yunanistan için artık tehdit olmadığı için ABD’nin F16 ambargosunun kaldırılması.

Önümüzdeki günlerde İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakılmasının önündeki TBMM engelinin kalkmasına da hiç şaşırmayacağımı bu vesileyle ekleyeyim.

Peki Mehmet Şimşek’in bu görünüme sevinmesi anlaşılabilir mi? Diğer ifadesi ile, Batı ile ilişkileri görüntüde de olsa düzeltmiş olmak, Batı sermayesinin Türkiye’ye yönelmesini sağlar mı?

Ben sayın Şimşek’in yerinde olsam Adalet Bakanı ile daha sıkı temaslarda bulunur, özellikle sayın Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’deki hukukun üstünlüğü algısına zarar veren yaklaşımlara son verme konusunda ikna edilmesinin önemini tekrar tekrar anlatırdım. Ne yazık ki hukukun üstünlüğüne saygının olmadığı algısı süre gittiğinde yabancı sermayenin ülkemizi gelmesi hiç kolay değil.

Umarım haftaya AB zirvesinden çıkacak iyi haberleri yorumlama şansımız olur…




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 21 Déc 2023 3:34    Sujet du message: Répondre en citant

Cinnet

Can Baydarol


Hafta MKE Ankaragücü Kulübü Başkanı Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’e saldırısıyla başladı. Koca’nın cinnet ruh halinde olduğu açık. İyi de Koca’nın haklı olabileceğini ima edenler, daha mı az cinnet halindeler? Yahu futbol oynayanlar için bir spor, biz izleyenler için bir eğlence. Hakemler de insan ve ağır travmatik koşullar altında görevlerini yapmaya çalışıyorlar.
Doğal olarak çok haklı tepki veren bazı çevreler de var. Cinnetin yarattığı şiddetin kurbanı olan ama seslerini yeterince duyuramayanlar.

- Kadına karşı şiddet mağdurları
- Çocuğa karşı şiddet, istismar mağdurları
- İşçiye karşı orantısız güç kullanımının mağdurları
- Hakkını savunmaya çalışana karşı ceberrut devlet gücü görüntüleri
- Vs.

Evet hiçbirinin tepkisi bir futbol hakemine karşı yapılan şiddet kadar ilgi çekmiyor. Futbol popüler, her şey naklen yayınlanıyor. Umarız Koca ve Koca’nın yumruğundan havaya girip hakemi kafasına tekme atarak linç teşebbüsünde bulunanlar en ağır cezayı alırlar. Koca’yı kışkırtan mı dediniz? Emin olun o ceza almaz.

Hoş naklen yayın olmasa, tepkiler bu kadar yoğun dile getirilmese, Koca da ceza almazdı. Kendisinin siyasi koruma altında olduğuna inanan polislerin vakit kazanmak için olsa gerek, beyefendiyi karakol yerine hastaneye götürmeleri ne yazık ki aklımızda bambaşka şeyler çağrıştırıyor.

***

İşimiz Mart’a kaldı

14-15 Aralık 2023 tarihlerinde, daha önceki yazılarımda yer vermeye çalıştığım AB hükümet ve devlet başkanlarını bir araya getiren Zirve gerçekleşti. Tartışılan konular oldukça yoğundu.

Gazze için beklenen ateşkes konusunda mutabakat çıkmadı. Almanya’nın bu konudaki çekincesinin konuya damgasını vurduğunu tahmin etmek güç değil. İnsani yardım lafıyla yetinildi, Hamas lanetlendi, İsrail’in kendini savunma hakkı ön plana çıkartıldı.

Genişleme konusu ise oldukça tartışmaya yol açmışa benziyor. Ukrayna ve Moldova ile tam üyelik müzakerelerine başlanması kararı alındı. Özellkle Macaristan Başbakanı Orban’ın Ukrayna ile müzakereye şiddetle karşı çıkması anlaşıldığı kadarı ile pek işe yaramadı. Aldığı tehditler karşısında sıkışan Orban’ın tuvalete gittiği sırada kararın alındığı spekülasyonları ortada dolaşıyor...

Bu arada Gürcistan’a da tam üyelik adaylığı tanındı.

Komşu Gürcistan, bir aralar bizim de yaptığımız gibi sevinç naraları atıyor, Avrupalılıklarını kutluyor.

Tabi bizim açımızdan hem Batı, hem de Doğu sınırımızda AB ile komşu olmak gibi tuhaf bir durum olacak. İyi tarafı bir dönem coğrafi olarak Türkiye’nin Avrupa ülkesi olmadığı tartışmalarını da herhalde bir daha duymayız. Kötü olansa Gürcistan’a da Schengen vizesi ile gitmek zorunda kalabilecek olmamız.

Uyanık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına tavsiyem, şimdiden Gürcistan vatandaşı olmak için girişimlere başlamaları.

Bu arada Rusya’ya karşı ambargoların daha da artırılması kararı da alındı alınmasına da, ambargonun delindiği en önemli coğrafyalardan bir tanesinin de Gürcistan olduğu nedense aklımıza geliverdi.

Diğer Balkan ülkeleri Makedonya ve Bosna Hersek için de kapı aralandı.

Peki ya biz?

Zehir zemberek Komisyon raporu ile daha iyimser ifadeler kullanan Borrell raporu kayda alındı, Türkiye meselesinin çok teferruatlı olduğu gerekçesi ile tartışma Mart ayında yapılacak liderler zirvesine havale edildi.

60 yıldır ümitle bekliyoruz (Türkiye ile AET arasında bir ortaklık tesis eden Ankara Anlaşması, 12 Eylül 1963), şunun şurasında 3 ay daha beklesek ne olur ki!..

Peki ya beklemeye tahammülü olmayanlar? Özellikle Batı sermayesi gelsin diye çalmadık kapı bırakmayan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek? Anlaşılan o da bekleyecek.

Umarız bu süreçte toplumumuzun bütününe hakim hale gelen cinnete bağlı şiddet olayları artmaz.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 25 Déc 2023 20:49    Sujet du message: Répondre en citant

Gelen gideni aratır mı?

Can Baydarol


2023 anılarımızda iyi izlenimler bırakmadan sonlanıyor. Dünya için bitmeyen savaşlar, bizim için siyasi çalkantılar, bitmeyen ekonomik kriz, bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi cinnet ve şiddetin içiçe geçtiği bir ruh hali. Bir önceki yazıya değinmişken hemen bir özür borcumuzun olduğunun da altını çizelim. Yazıyı okuyan doktor dostlarım, doktorların uğradığı şiddete nasıl yer vermezsin diye beni haklı olarak eleştirdiler. Doktor dövme özgürlüğü ile sınıf atladığını sanan kadının ekran görüntüsü hala hafızalarımızda. Giderlerse gitsinler demekten geri kalmayan yöneticilerimizin sözleri de hafızalarımızdaki yerini hala korumakta.

Ana konumuza geri dönersek. Yani 2024’ün, 2023’e nazaran daha iyi olup olmayacağına dair ipuçlarına kabaca göz atarsak.

Dünya genelinden başlayalım.

2020’li yılların başlangıcına damga vuran pandemi bitti mi? Her ne kadar haberlerin birinci konusu olmaktan çıktıysa da, soğuk kış günleri ile birlikte pandemi olarak nitelendirilmeyen ve tam olarak ismi konulamayan salgın haberleri kulağımıza gelmeye başladı. Siz siz olun aşılarınızı ve maskelerinizi ihmal etmeyin. Kalabalıklara girmekten kaçının.

2022’ye damgasını Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açması vurmuştu. 24 Şubat 2024 itibarı ile Rusya Ukrayna savaşı 2nci yılını dolduracak. 3 günde biter denilen savaş ne yazık ki bitmedi. Kuzey cephesindeki acı veren insani kayıplar artık çok da fazla ilgi çekmiyor.

2023’e ise damgasını vuran Hamas’ın saldırısıyla İsrail için eylemlerinin bahanesi olan Gazze’de yaşananlar oldu. İsrail naklen yayınlanan bir soykırımın faili olarak karşımıza çıktı. Peki hepimizin eleştirdiği İsrail’in yaptıkları, Hamas’ı eleştirmemizi engeller mi? Bence engellemez. Nedense Hamas’a sahip çıkmak gibi gereksiz bir tarafgirlik görüntüsüyle 2023’ü sonlandırıyoruz.

2024’e girerken en ciddi soru işaretlerinden bir tanesi de, İsrail Filistin savaşının sadece İsrail ile Filistin arasında kalıp kalmayacağı, daha doğru ifadesi ile giderek bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği. Özellikle Yemen’deki isyancı güç Husilerin, Filistin’e destek için Kızıldeniz trafiğini kapatmaya yönelik saldırıları, zaten iyi gitmeyen dünya ekonomisi için kötü haber. Tedarik zincirinin kırılması, kırılmaması isteniyorsa hem petrol hem de gemiyle taşınan diğer bütün ürünler için Ümit Burnu’nun kullanılması anlamına geliyor. Diğer ifadesi ile yaklaşık 14 günlük bir gecikme ve yeni maliyetlerin ortaya çıkması söz konusu. Peki ABD’nin önderliğinde bir koalisyon olarak kurulması planlanan donanma gücünün bölgedeki etkisi ne olacak? Husiler bu donanmayı da vururuz tehdidini savurdular. Husilerin arka plandaki destekçisi olarak nitelendirilen İran geri adım atacak mı? Rivayet muhtelif.

2023’ü sonlandırmaya bir hafta kala 6 şehit verdiğimiz acı haberi ile sarsıldık. Peki bu acımasız saldırının esas müsebbipleri kim? Birileri bizi Ortadoğu bataklığının içine daha fazla mı sürüklemek istiyor?

Gelelim Türkiye’de yaşadığımız ekonomik çıkmazlara. Ortodoks ekonomi politikalarına geri dönüşün kimseyi mutlu etmediği bir gerçek. Merkez Bankası faizleri artırmaya devam ettiği, teknik ifadesi ile parasal sıkılaştırmaya gittiği oranda ekonomi küçülmeye devam edecek. Enflasyon ise baz etkisi ile birlikte belki azalacak ama ne üretici ne de çalışan ya da bizim gibi emekliler için kabus senaryolarının ortadan kalkmasına imkan tanımayacak. Peki Mart ayının sonunda yapılacak yerel seçimlere kadar suni bir refah algısı yaratılsa dahi, seçimlerden sonra ne ile karşı karşıya geleceğiz? Hele Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay çatışması bunca ayyuka çıkmışken, yabancı yatırımcının ülkemize gelmesini beklemek ne kadar gerçekçi?

Tekrar dünyada olup bitene geri dönüp, ekonomisi bu kadar kırılma noktasında olan ülkemizin savaş senaryolarına sürüklenmesi kabul edilebilir mi? Sayın Devlet Bahçeli’nin bir numaralı argümanı olan “beka” sorunu sizce de ekonomi ile birebir örtüşmüyor mu? Galiba “beka”mızın önündeki en büyük sorun “zeka”mızı yeterince sorgulamamaktan kaynaklanıyor.

Tabi bu arada İsveç’in NATO tam üyeliği ile, hani F35’i unuttuk, F16’ların Türkiye’ye verilmesi konusundaki pazarlığın nasıl neticeleneceği de ayrı bir muamma. NATO’dan çıkalım mı dediniz? Düşünmemenizi tavsiye ederim.
Dindar ve kindar gençlik yetiştirme konusundaki üstün başarıları ile Milli Eğitim Bakanımızın gayretlerinin de “beka” meselesi ile ayrıca sorgulanması gerektiğini de belirtmeden geçemeyeceğim.

Umarım 2024, 2023’ü aratmaz.

Hani ensemizi karartmayalım diyeceğim demesine de…

Umudumuzu yitirmediğimiz, mutlu yıllara!..



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 30 Déc 2023 19:47    Sujet du message: Répondre en citant

Atatürk yılı

Can Baydarol



Yıl biterken bütün medya organları geçmekte olan yılın acısıyla tatlısıyla muhasebesini yapar, gelecek olan yılla ilgili tahminlerini alt alta sıralar. Bir önceki yazımda aşağı yukarı ben de aynı doğrultuda bir yazı kaleme almış, oldukça kötümser ifadeler kullanmıştım.

Tarihler 29 Aralık 2023 akşamı, Türkiye saati ile 20.45’i gösterdiğinde 2023’e ait kötülüklerle dolu bütün hafızam hemen hemen tümüyle silindi. Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanması beklenen süper kupa finaline her iki takımımızın da sahaya çıkmama ortak kararı ülkemiz adına gurur vericiydi.

Olmayan futbol kültürlerini canlandırmak adına süper kupayı kendi ülkelerinde düzenlemek için parasal güçlerine güvenen Suudiler, gizleyemedikleri Atatürk düşmanlıklarını dışa vurunca, bir avuç dolar karşılığında bir ülkenin tarihini satın alamayacaklarını, unutamayacakları bir ders olarak aldılar. Umarım bu dersten herkes kendi payına düşen sonuçları çıkartmıştır.

Tabi bu arada Suudi toprakları terk edilmeden önce içinde Atatürk’ün adı geçmeyen ve ne anlatıldığını tam olarak anlayamadığımız ortak bildiri de fazlasıyla eleştiri konusu oldu. “Zaten böyle olacağı belliydi, neden oraya gittiniz ki?” diyenler de az değildi.

Hani Suudi topraklarından ayrılmadan önce ne idüğü belirsiz ortak bildiri can güvenliği endişesi ile anlaşılabilir. TFF başkanı Büyükekşi’nin tepeden gelen emirlerle diplomasi manevrasının ürünü olarak da değerlendirilebilir. Maçı Suudi topraklarında oynamanın bir reel politik dayatması ile gönülsüzce kabullenildiği de aşikar. Ancak hangi gerekçe öne sürülürse sürülsün, bütün dünya medyasının manşetlerinde bir ülkenin kurucu önderine nasıl sahip çıktığı yer aldı.

Peki 2023’de Atatürk adı geçtiğinde başka unutulmaz görüntüler de yok muydu?

29 Ekim 2023’ü hatırlayalım. Cumhuriyet’in 100. yılında, Cumhur Cumhuriyetine sahip çıkmış, Anıtkabir’i ve Dolmabahçe Sarayını doldurmuştu. Devlet katındaki bütün gönülsüz kutlama girişimlerine karşı, Cumhuriyet Bayramı halk tarafından coşkuyla kutlanmış, Atatürk saygıyla anılmıştı.

Benzeri saygının doruğa çıktığı 10 Kasım 2023’ü de unutmayalım. Anıtkabir’i ziyaret eden milyonu aşkın kişi, vefat ettiği Dolmabahçe Sarayı’nda kuyruğa giren yüzbinler.

Dönelim futbola.

İtiraf edeyim, ben fanatik mertebesinde liseli bir Galatasaraylıyım. Kulübümün Disiplin Kurulu’nda uzun yıllardır görev yapmaktan da gurur duyuyorum. Bazı tartışmalarda fazlası ile elitist bulunduğum da bir gerçek. Ama benim için Galatasaray sadece bir spor kulübü markası değil. Atatürk’e de ilham veren, Galatasaray Lisesi’nin unutulmaz müdürü, büyük şair Tevfik Fikret’in deyimi ile “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin sporla kaynaşarak geliştirilmesi, markanın değerini misliyle katlayarak artırdı.

Peki 29 Aralık 2023 günü yaşananlar sizce Suudi futbolunun marka değerini mi artırdı? Yoksa hem Galatasaray’ın hem de ezeli rakibimiz Fenerbahçe’nin mi?

Evet biz ezeli rakibiz ama ortak değerlerde buluşmayı iyi biliriz.

“Futbol asla sadece futbol değildir!” deyiminin dersini bütün dünyaya veren her iki güzide kulübümüzü de tekrar kutluyorum.

Başta da dedim ya, 2023’e ait bütün kötü anılarımı silip, sadece Atatürk yılı olarak anımsayacağım.

2024 için ne mi umuyorum?

Naif yanım “iyi olacak” diyor, gerçekçi yanım “hadi oradan sen de!” demekte ısrarlı.

Nice mutlu, sağlıklı yıllara…



Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 09 Jan 2024 2:11    Sujet du message: Répondre en citant

Seçim zamanı

Can Baydarol


İç politika uzmanlık alanım değil. Dolayısı ile pek yazmak istemem. Ancak iç politika dış politikayı etkilediğinden, kaçınılmaz olarak iç politikayla da ilgileniyorum.

Pazar günü nihayet iktidar partisi İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı adayını ilan etti. Sayın Murat Kurum, mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu ile kıyasıya bir yarışa girecek. Peki seçim sadece bu iki isim arasında mı geçecek?

Kurum’un adaylığının açıklanması ile ilgi çekici ilk yorumlardan bazıları Kurum’un kazanması halinde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ömür boyu Cumhurbaşkanı kalacağı, tersi durumda, yani İmamoğlu’nun kazanması halinde de, bir sonraki Cumhurbaşkanlığı için en büyük adayın İmamoğlu olacağı doğrultusundaydı. Diğer ifadesi ile 31 Mart İBB seçimi aslında Erdoğan ile İmamoğlu arasında olacak. Kim mi kazanır? Hiç bir fikrim yok.

Tek bildiğim tansiyon her geçen gün biraz daha artacak.

Türk insanının gerçek gündemine, yani ekonomiye dönersek.

Memurlar ve memur emeklileri fena denemeyecek oranlarda zam aldılar, diğer ifadesi ile enflasyona karşı korundular. Peki diğer emekliler? Bu satırları yazarken hala bir karar çıkmadığı için bilemiyorum. Ama asgari ücretin epey altında kalan son emekli maaşıma baktığımda, ekonomi yönetiminin kulaklarını çok da hayırlı şekilde çınlatmadığımı çok iyi biliyorum. Hadi şimdilik elim ayağım tutuyor, uzmanlık bilgilerim sayesinde hayatımı idame ettirecek farklı gelir kaynaklarım oluyor. Peki ya yarın, elim ayağım tutmaz hale gelirse? Haydi bencillik yapmayayım, milyonlarca emekli sadece emekli maaşı ile yaşama tutunma kavgası verirken ve Türkiye’nin geleceği için yaşamsal öneme sahip olduğu varsayılan yerel seçimlere gidilirken hangi düzenlemelerle karşı karşıya geleceğiz?

Mevcut koşullar altında emeklilere bol keseden para vermek iktidarın tercihi olabilir. Peki ekonomi yönetimi bunu hoş karşılar mı? Şüphesiz hayır. Bir yandan daha sıkılaştırılmış bir para politikasından bahsedeceksiniz, öte yandan emeklileri mutlu edip oylarına talip olmak için Merkez Bankasını daha fazla para basmaya zorlayacaksınız. Bu yolla enflasyonu körükleyip, paranın alım gücünü daha da kötüleştireceksiniz.

Peki ya üzerine basılan kur?

Hani söylemeye bile çekindiğimiz, mevcut koşullar altında aşırı değerlenmiş gözüken Türk Lirası’nın yol açtığı olumsuzluklar.

Serbest bırakırsanız toplumda kopacak infial ile yüzleşme, serbest bırakmadığınız takdirde bel bağladığınız ihracat ve turizm gelirlerinde kaçınılmaz gerileme.

Tercihiniz hiç kuşkusuz hele şu 31 Mart’ı atlatalım da, sonrasına bakarız şeklinde.

Peki 1 Nisan’da ne olacak?

Gelelim şu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay çatışmasına. Sokaktaki çok sayıdaki emekli büyük ihtimalle yüksek yargı kavgasının cebindeki paranın değeri ile doğrudan ilişkili olduğunun farkında bile değil. “Bana ne, yesinler birbirlerini!” diye düşünüyor olabilirler. Ancak pek öyle değil. Anayasal sistemin tartışılır hale geldiği ülkemize ne yazık ki şu sıralar çok muhtaç olduğumuz yabancı sermaye gelmiyor. Gelmesi bir yana yerliler dahi kaçacak yollar arıyor. Bu durumda da yukarıda bahs ettiğimiz, Merkez Bankası’nın para basması dışında yol kalmıyor.

Hele Sayın Erdoğan’ın Can Atalay’ı terörist ilan ettiği son açıklamalarından sonra, sorunun iki yüksek yargı arasındaki kavgadan ibaret olmadığını ve ne yazık ki artık Türkiye’deki yargı bağımsızlığı söyleminin de hiç bir geçerliliği olmadığını da bir kez daha derinden hissediyoruz.

Evet 31 Mart seçimleri sadece bir yerel seçim olmakla sınırlı kalmayacak. Çok daha fazla anlamlar yüklenecek, fazlasıyla gergin bir ortamda gerçekleşecek.

Umudumuzu tüketmediğimiz güzel yarınlara uyanmak dileği ile...




Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
administrateur
Admin
Admin


Inscrit le: 16 Fév 2009
Messages: 866

MessagePosté le: 16 Jan 2024 0:55    Sujet du message: Répondre en citant

administrateur a écrit:
Terörü telin ederken

Can Baydarol



Bazen ne konuşmak ne yazı yazmak içinizden geçmez. Maalesef geçen haftalarda üst üste gelen şehit haberleri en azından beni de bu olumsuz ruh haline itti. Gencecik canların hayatlarını hain bir terör girişimini engellemek için kaybetmeleri hepimizi çok üzdü.

Olanı biteni anlamaya çalışırken, bazı siyasetçilerimizin fırsat bu fırsat deyip, klasik ötekileştirme gayretlerini üstlenmelerine de üzüntüyle tanıklık ettik. Gün birlik olma ve teröre karşı omuz omuza durma günü. Bu koşullarda kimse kimseden daha fazla yurtsever olmaz diye düşünürken iş döndü, geldi Mart yerel seçimleri hesabına. Bugünün koşulları altında lütfen Mart seçimlerini ön plana çıkararak hesap yapmanın tarihe düşülecek kara bir not olacağını göz ardı etmeyin.

Peki bu terör eylemlerinin arka planında ne var?

Kuzeyimizdeki Rusya-Ukrayna savaşı önümüzdeki ayın 24’ünde ikinci yılını dolduracak. Ne zaman biteceği konusunda kesin bir tahmin yürütmek kolay değil.

Güneyimizdeki İsrail Filistin savaşı yüzüncü gününü doldurdu. Ne zaman biteceği, giderek bölgesel bir savaş haline dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda da bir tahmin yürütmek kolay değil. Hele ABD ve İngiltere Husilere karşı Yemen’i hava bombardımanına tutup, İran’a dolaylı mesaj vermişken ve Netenyahu siyaseten ayakta kalabilmesinin tek çıkar yolunun İran’ı da işin içine çekmek olduğunu ve bu istemini çok fazla gizlemezken.
Tayvan’ı kendi topraklarının ayrılmaz parçası gören Çin’in fırsat bu fırsat deyip Tayvan’ı ilhak edebileceği de ayrı birgündem maddesi. Bununla birlikte geçtiğimiz günlerde yapılan son seçimlerde de Çin ile birleşmeye hiç de sıcak bakmayan bir liderin seçilmesi, ancak meclis çoğunluğunu yitirmesi, dolayısı ile işinin hiç de kolay olmayacağı da yeni bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Mevcut bütün çatışmalarda ve olası çatışma senaryolarında baş aktör olarak ABD’yi görmemiz şaşırtıcı mı?

Peki askerlerimizi şehit eden ve bu tür eylemleri daha önce mevcut meteorolojik koşullarda yapmaya cesaret edemeyen teröristleri üzerimize salan kim. Son teknoloji ile donatıldıkları anlaşılan bu kirli maşaların kukla oynatıcısı kim?

Anlatımımıza küçük bir ara verip, ekonomimize göz atalım.

Geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanı Blinken apar topar Türkiye’ye geldi, Dışişleri Bakanı Fidan ile görüştü. Ardından fazla bir açıklama yapılmadığı için herhalde İsveç’in NATO üyeliği ile F16 meselesi görüşülmüştür diye yorumlar yapıldı. Ancak görüşmenin hemen ardından Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in büyük yatırımcılarla yapılacak toplantıya gitmekten vaz geçmesi, seyahatinde Merkez Bankası Başkanı Erkan’ı yanlız bırakması işlerin pek yolunda gitmediği sonucunu çıkarmamıza da yol açtı. Sonuçta ekonomi iyi durumda değil ve mevcut koşullarda iyi olma ihtimali de pek yok.

Gelelim ana konumuza, dünya koşullarında bunca belirsizlik yaşanırken ve savunma harcamalarını artırmak kaçınılmaz bir “beka” meselesi haline gelmişken, bu kadar kötü bir ekonomik performansla sürece dahil olmanın faturasını kim ödeyecek?

Acaba Mehmetçiği şehit edenler bizi de mi işin içine çekmeye, sıcak çatışmaya zorlamaya çalışıyorlar?

Doğal şüpheli ABD mi? Yoksa esas şüpheli İsrail mi?

Deli soruları artıralım.

Türkiye’yi Batı kampından çıkartıp, kendi yanına çekmek isteyen Rusya şüphelilerden biri olamaz mı.

ABD’nin kendisini esas hedef olarak gördüğünü bilen Çin, ABD’nin bu bölgede başının daha fazla belaya girmesi için Türkiye’nin devreye girmesini sağlamak için bu eylemin perde arkasında yer almış olamaz mı?

Sorular cevapsız kalmaya mahkum.

Evet 2024 kötü başladı. Umalım kabustan çabuk uyanır, geleceğe umutla bakabileceğimiz günlere merhaba diyebiliriz.


Revenir en haut de page
Voir le profil de l'utilisateur Envoyer un message privé
Montrer les messages depuis:   
Poster un nouveau sujet   Répondre au sujet    Forums d'A TA TURQUIE Index du Forum » Forum en langue turque Toutes les heures sont au format GMT + 2 Heures
Aller à la page Précédente  1, 2, 3, 4  Suivante
Page 3 sur 4

 
Sauter vers:  
Vous ne pouvez pas poster de nouveaux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas répondre aux sujets dans ce forum
Vous ne pouvez pas éditer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas supprimer vos messages dans ce forum
Vous ne pouvez pas voter dans les sondages de ce forum


Powered by phpBB v2 © 2001, 2005 phpBB Group Theme: subSilver++
Traduction par : phpBB-fr.com
Adaptation pour NPDS par arnodu59 v 2.0r1

Tous les Logos et Marques sont déposés, les commentaires sont sous la responsabilités de ceux qui les ont postés dans le forum.